estambul tours ve ortaçağ felsefeleri

 estambul tours

estambul tours ve ortaçağ felsefeleri en güzel bilgileri yazan estambul tours dediki Demek ki burada Vahiy’de bir devamlılık söz konusuydu. Öte yandan inançsız ve yasasız Yunanlılar vardı, ama onlar da çaresiz değillerdi. Çünkü Aziz Pavlus'un söylediği gibi onları yargılayan ve aynı zamanda Hıristiyanlığın gelişine hazırlayan doğal akıl vardı; bunu Platon’da ve diğer şairlerde de görebiliriz. Hatta Yunan aklı, filozof olan kendi Peygamberlerine de sahip olmuştur. Kuşkusuz Tanrı doğrudan filozoflarla konuşmuyordu. Onlara Peygamberlere yaptığı gibi özel bir vahiy indirmiyordu; ama onlara akıl —ki bu da ilahi bir ışıktır— aracılığıyla dolaylı olarak yol gösteriyordu. Olayları başka türlü yorumlamak, takdir-i ilahinin, tarihin ve olayların ayrıntılarını belirlediğini inkâr etmek
anlamına gelir. Eğer Tanrı aklı istemişse, demek ki bu bir işe yaramaktadır. Eğer filozofları istediyse, demek ki İyi bir Çoban gibi sürünün başına koymak üzere en iyi kuzularını seçmiştir. Yunan filozoflarının muhalifleri her şeyden önce kendi aralarında bir anlaşmaya varmalıydılar. Bir yandan filozofların Eski Ahıt’i yağmaladıklarını ve öte yandan da söylediklerinin tümünün yanlış olduğunu savunamayız. Aslında insan bilgisinin bütün tarihi iki nehrin akışına benzer: Yahudi Yasası ve Yunan felsefesi. Bunların kesiştiği noktada Hıristiyanlık yeni bir pınar gibi fışkıracak, uzaklardan gelip onu kabartan suları da kendi mecrasında sürükleyecekti. Kle-mes’in söylediği gibi, iki Eski Ahit ve tek bir Yeni Ahit vardır: Bu önemli ifadenin — Klemes’in yaptığından daha fazlasını yaparak— anlamını zorlamamak gerekir; ki bu ifade Justinus’un düşüncesini en mükemmel noktasına ulaştırmaktadır.
Yahudilere Yasa, Yunanlılara felsefe ve Hıristiyanlara da iman verilmiştir. Demek ki İsa’ya inanmak, felsefeyi reddetmek anlamına gelmez. Yunanlıların açıklamaları, Rabb'in yeryüzüne inmesinden önce, şu anda imana hazırlanmaları için imana ulaştıklarında bunu derinleştirmek ve savunmak için yararlıdır. Şunu da belirtelim ki yerini bildiği ölçüde de faydalıdır. Derlemeler'in başından itibaren (l;5) Klemes, ortaçağda Hıristiyan düşüncesinin yol gösterici temalarından biri haline gelecek olan, Yahudi Philon’un da ilham aldığı, Incil’den alınmış imge oyunuyla bu noktayı açıklar. Kutsal Metin, “Kendini yabancı kadından (...) kurtarma’’yı (Süleyman'ın Meselleri Vll:5) söylerken aslında bizlere dindışı bilimlere takılıp kalmadan bunları kullanmamızı söyler: “Gerçekten de bunlar bizi, Tann’nm sözünü almaya hazırlar ve değişik değişik zamanlarda her nesle kendi menfaatleri için verilenleri içerir; fakat bazıları evin hizmetçilerinin kendilerine sundukları içeceklerden sarhoş olarak ev sahibesini, yani felsefeyi ihmal ettiler. Böylece bunlardan bazıları müzikte, bazıları geometride, bazıları dilbilgisinde, birçoğu da retorikte ihtiyarlayıp kaldılar. Oysa nasıl ki serbest veya ansiklopedik sanatlar efendileri olan felsefeye hizmet ederler; felsefenin gayesi
de Hikmeti hazırlamaktır. Nitekim felsefe, ilahi ve beşeri şeylerin ve nedenlerinin bilimi olan Hikmetin uygulamasından başka bir şey değildir. Demek ki tıpkı felsefenin kendisinden önce gelen bilimlerin efendisi olduğu gibi Hikmet de felsefenin efendisidir." Daha sonra philosophia ancilla theologiae şeklinde popülerleşecek olan bu fikrin, böylece, biçim kazanmaya başladığını görmekteyiz. Buna örnek oluşturacak olan Kitabı Mukaddes'ten alınan temsili hikâye de şu olacaktır: “Bu söylediklerimize Yazı şahitlik edecektir. İbrahim’in eşi Sara kısırdı. Çocuğu olmadığı için İbrahim'e hizmetçilerinden biriyle, Hacer adında Mısırlı bir kadınla soyunun devam etmesini ümit ederek birleşmesine izin verdi. Demek ki sadık -çünkü İbrahim sadık ve adildir- ile birlikle duran Hikmet (Sara) bu ilk nesilde kısır ve çocuksuzdu; çünkü İbrahim'e henüz çocuk vermemişti. Haklı olarak gelişmesi gereken adil (İbrahim), dünya bilimiyle -çünkü Mısır allegorik olarak dünya anlamına gelir- ilahi inayetin isteği üzerine Is-hak'ın ondan doğması için birleşmeliydi... Böylece bilim görmüş kişi, buradan yola çıkarak, onlara hâkim olan Hikmete ulaşabilir; ki Israiloğulları ileride İshak’ın neslinden olacaktır. Burada hikmete bilim aracılığıyla varılabileceğini görüyoruz; çünkü İbrahim, en yüce hakikatlerden, Tanrı’dan gelen imana ve adalete geçerek bunu gerçekleştirmiştir... Ama ayrıca İbrahim'in (adil olan) neden Sara’ya (Hikmet) “İşte hizmetçin, o senin ellerinde, onunla dilediğini yap," dediğini görüyoruz. Yani dünya felsefesinden yalnızca lâzım olanları alıyor. Başka bir deyişle İbrahim şöyle demek istiyor:estambul tours Genç olduğu için dünya bilimini alıyorum ve onu koruyacağım; ama senin bilimine mutlak efendi olarak saygı duyuyorum ve onurlandırıyorum." Bunun üzerine Klemes sonucu şöyle bağlamaktadır: “Sadece şunu demek istiyorum ki, felsefe hakikatin arayışı ve doğanın incelenmesidir. Hakikat hakkında Tanrı şöyle buyurmuştur: "Ben Hakikatim." Ve şunu da eklerim ki, sonunda Mesih’te bulduğumuz huzurdan önce gelen bilim, düşünceyi çalıştırıyor, aklı uyandırıyor, inananların yüce Hakikat sayesinde sahip oldukları gerçek felsefeyi öğrenmeleri için ruhu hazırlıyor." Hıristiyan Hikmeti için felsefe, haddini bildiği ölçüde yararlı bir hazırlık ve ektir. Şimdi felsefenin yardımıyla Hikmetin nasıl oluşabileceğini görelim.
Eğer iman ve felsefe ortak köklere sahip olmayan heterojen veriler olsalardı, bunları bağdaştırmak imkânsız olurdu. Ama durum böyle değil. Her insan, insan olması dolayısıyla kendisini hayvanlardan farklı kılan bilme yeteneğine (phronesis) sahiptir. Yalnızca kendi kaynakları sayesinde, ilk ve ispatlanamaz ilkeleri bilebilmesinden dolayı o düşüncedir (no^sis); içeriğini diyalektik olarak geliştirmek için bu ilkelerden yola çıkarak mantık yürüttüğünden dolayı o marifettir veya bilimdir (gnösis, ipiMmt): bu yetenek uygulama ve eylem sorunlarına açıldığında da sanat olur

(Ukhnt): sonunda dindarlığa açıldığında. Söze inandığında ve onun emirlerine ılaaıte bize yol gösterdiğinde yine kendisi olmaktan çıkmaz; inanan, eylemi yöneten ve bilim peşinde giden düşüncenin birliği bütün bu faaliyetleri içeren Hikmetin birliğini sağlamaktadır.
Bir olduğu için Hikmet, bizatihi felsefede düzeni sağlamaktadır. Bakkha rahibelerinin Penıheus’un bedenini paramparça etmeleri gibi, felsefi tarikatlar, hakikatin birliğine son vermişlerdir: Her biri hakikatin bir parçasını elinde tutmuş ve bütünün kendisinde olduğunu sanmıştır. Gerçekten de yapılması kaçınılmaz olan ilk ış bunları elemektir. Öyle felsefeler vardır ki, yanlış olduklarından dolayı Hıristiyanlık onları özümseyemez. Klemes’in eleştirisi aslında çok hoşgörülüdür: “Hiç bahsetmemeyi yeğlediğim tek filozof Epikuros'tur, diyor Protreptikos’unda; çünkü en yüce iyiliği şehvette gören bir ateis.ıe ne denebilir?" Yine de Klemes, ondan faydalanmıştır: Aziz Pavlus'un bu dünyadaki bilgelerin delilikleri hakkındaki metinlerinin hepsi Epiku-ros’a da yönlendirilebilir, ona karşı da konulabilir. Kötü olanı eledikten sonra kalanların arasından seçmek gerekir. “Eelsefe” terimi, özel bir öğretiye yani ne Platon’unkine ne Aristoteles’inkine ne de Epikuros’unkine işaret etmemektedir; bunun tersine çok değişik ekollerin uzlaştıkları adaletin ve dindarlığın öğretisidir. Hıristiyan inancı, her doktrinden yalnızca faydalı ve doğru olanı almaya yarayan bir eleme ilkesidir. En yüksek iki üstadı, Tanrı’nın aydınlattığı insan olarak bilmen Pythagoras ve bütün felsefesi dindarlığa yönelik olan Platon’dur. Stoacılara gelince onların teolojileri yanlıştır; çünkü bu kişiler Tanrıya beden atfetmekte ve onu dünyaya mündemiç olarak kabul etmektedirler. Fakat ahlaklarında çok iyi taraflar bulunmaktadır ve bunları kullanmak hata sayılmaz. Bu şekilde algılanan felsefe, felsefenin serbest sanatlara,® imanın da felsefeye hâkim olup yön verdiği, bir çeşit eklektizmdir.
Klemes’in Tann’sı, diğer Yunan teologlannki gibi, bilinemez. Platon ve Philon. Tann’yı varlıkların üzerinde yücelttikleri gibi Klemes de, Pidagogiıe (Eğitmen] adlı eserinde (l:8) O’nu birin ötesine ve bizzat Birliğin üstüne yerleştirmektedir. Muhtemelen, gizemli Hermes Trismegistos’un etkisi altında, Plotinus’un bile gidemediği kadar ileri gitmiştir. Tann’yı yalnızca Oğlunun aracılığıyla biliyoruz. Babanın hikmet ve gücü olan Söz (Logos), onun gibi ebedidir ve onunla aynı öze sahiptir. Tam olarak berrak bir fikre varmadıysa da, Klemes’in öğrettiği Söz teolojisi, Apolojistlerinkine göre daha belirgin bir biçimde gelişmiştir. Bu Oğul veya ondan ayrılmadan Babanın yaydığı Söz, hem dünyanın yaratılmasında araç, hem inayeti hem de içinde bulunan akıllar için de ışık kaynağıdır. Tanrı tarafından. Onun suretinde
g,er hayvanlannkine göre daha saf bir özü olan bir ruha sahiptir. Metinlerin durumu ne Klemes'in psikolojisini iyice belirginleştirmeyi ne de onun ruhun tinselliği hakkında lam olarak ne düşündüğünü ne de ölümsüzlüğü ne şekilde algıladığını anlamamıza yardımcı olmaktadır. Bunun tersine insanın hür iradesinin varlığına ve gücüne, selefleri gibi güçlü bir vurgu yaparken, inayetin gerekliliği ve rolü hakkında onlardan çok daha açık ifadeler kullanmaktadır. Bu iki ilke, kurtuluş için ahlaken faydalı ve iyi hareketlerin eşanlı nedenleridir.
Klemes’in eseri, Juslinus’un eserlerinin genişletilmiş ve zenginleştirilmiş hali gibi görünmektedir. Tek bir gerçek felsefe vardır; bu da Yunanlıların ilham aldıkları kaynağını “İbranilere göre felsefe"den veya "Musa’ya göre felsefe’’den alan ve hem kendi içinde hem de Yunanlılarda gördüğümüz felsefedir. Kuşkusuz İsa’nın öğretisi faizleri kurtarmaya yeler, fakat felsefe de insanların buna ulaşmasını sağlayabilir ve kabul etliğimiz takdirde anlamını derinleştirmeye yardımcı olabilir. Eğer bir “Hıristiyan gno-sis’’inden bahsedebiliyorsak, ağaçların çiçek ve meyve verdiği gibi felsefe de gelişen bu iman konusundadır.estambul tours Üç çeşit insan sınıfı vardır: Paganlar, inananlar ve gnostikler. Gerçekten gnostik adını taşımayı hak edenler yalnızca paganlar ve inananlar arasında bulunur. Aynı şeyi öğüt verici bir hikâyeyle ifade edelim (Derlemeler, Vl:15). Aşısız fidanlarla zeylin ağaçları, paganlarla Hıristiyanlar vardır, çünkü Tanrı böyle olmasını istedi. Pagan filozof aşısız fidandır; az besin kullanır, ama hiç meyv'e üretmez. Bir bahçıvan gelir ve onu bir zeylin dalıyla aşılar; bu ağaca daha fazla besin gerekecek, ama böylece yağ verecektir. İmanı insan aklına aşılayan bahçıvan Tanrıdır. Tıpkı ağacın kabuğu ile odunu arasına bir dal koyduğumuz gibi bazıları taç şeklinde, yani dıştan aşılanırlar: Bunlar Hıristiyanlığın temel bilgilerini öğrenip bununla yetinenlerdir. Başkaları yank şeklinde aşılanırlar: Odunu yararak içine aşılanacak filizi koyarız; tıpkı bunun gibi felsefi bir zihne iman sızar ve düşüncenin içine yerleşir. Üçüncü bir -grup daha derin bir uygulama ister: Bunlar yoldan çıkmış olanlardır. Bahçıvan onları aşamalı aşılar, ilk önce iki filiz keser, fidan özünü ortaya çıkarmak için filizin kabuğunu ve altındaki tabakayı kaldırır ve fidan özünün içine fidanları yerleştirip birbirine temas etmesi için sıkıca bağlar. Ama en iyisi tomurcuk aşısıdır. Bir parça ağaç kabuğuyla sürgün koparılır ve yerine aşısını yapmak istediğimiz tomurcuk konulur. İşte gnostik adını hak eden kişi de böyle elde edilir. İmanın gözü bir anlamda doğal aklın gözünün yerini alır ve o andan itibaren filozof o gözle her şeyi görür. Böylece ruhun üretebildiği meyveler hem bilgi bakımından hem de fazilet bakımından çok daha mükemmel olur: Tanrı’ya karşı günah işleme korkusu, bir gün ona tekrar dönme ve bizi ondan ayıran günahlara tövbe edebilme umudu. İtidal veya kendini kont-

rol elme, bu hayatın zorluklarına tahammül etmek için sabırla birleşir ve bunların gizli kökleri aşk veya merhamettir. Tanrı aşk olduğuna ve iman da Tanrının bizim içimizdeki hayatı olduğuna göre bunların başka türlü olması mümkün müdür? Mükemmel gnostik ve mükemmel Hıristiyan aslında aynı kişidir.
Eserinin genişliğiyle ve zekâsının derinliğiyle Origenes, şimdiye kadar işlediğimiz düşünürleri fazlasıyla aşmıştır. Çağdaşlan onun büyüklüğünü doğru bir şekilde hissetmiş ve modern tarihin araştırmaları, ona hayran kalmamızı gerektiren nedenleri çoğaltmışlardır. Yaklaşık 184 yılında Mısır’da ve büyük bir ihtimalle İskenderiye’de Hıristiyan dinine sonradan girmiş bir babadan dünyaya gelen Origenes, ilk önce İskenderiyeli Klemes’den ve bir ihtimal Plotinus’un da öğretmeni olan Ammonios Sac-cas’tan felsefe dersleri almıştır. Daha sonra kendisi de bir okul açıp ders vermiştir. 218 yılına doğru metinlerini yazmaya başlamıştır. 221’de Roma’ya yolculuk ettikten sonra 230’da Yunanistan’a gitmiştir. Bu son yolculuk sırasında Origenes papaz makamına atanmıştır. Kaiserai’ye yerleştikten sonra orada bir okul ve bir kütüphane kurmuştur. Öğretisinin parlaklığından ve üstadın kendisini işine koşulsuz adamasından büyülenen birçok öğrenci onun etrafına doluşuyordu. Decius zulmü döneminde 250’de tutuklanıp işkenceye maruz kalmıştır. Öyle görünüyor ki 253’de Sur’da gördüğü eziyetlerin sonucunda vefat etmiştir. Bu büyük teologun hayatı güçlüklerle doludur. Gözü pek ve bazen maceracı spekülatif bir dehaya sahip olan Origenes, o dönemde pek bilinmeyen birçok alanda öncü olduğu için bazen hataya düşmesini bağışlamamak imkânsızdır, inançlarına olan şiddetli tutkusu, hadım olarak yaşamak şeklindeki temel kuralı harfi harfine yerine getirmek için kendini hadım etme kararıyla belirginleşir. Onun devasa eserlerinden yalnızca çok küçük bir bölümü bizlere ulaşmıştır. Elimizde kalanlar arasında Celsus’u çürütmek için kaleme aldığı eser Cel-sus’a Karşı (Contra Celsum) ve özellikle de ilkelere Dair'i (Peri Arkhân veya De prindpi-isj felsefe tarihi içinde mutlaka göz önünde bulundurulmalıdır. Bu son eserin tamamına sadece Ruffin’in yaptığı Latince çevirisiyle sahibiz. Yunanca metinden kalen birçok parçayla karşılaştırıldığında bu çevirinin kusursuz olmadığı fark edilmekledir. Tehlikeli pasajlarda metni Ortodoksluk yönüne kaydırmıştır, ama Origenes’in diğer metinlerinin sağladıkları kırpıntılar sayesinde bunu kullanmak mümkün ve meşru-dur.
ilkelere dair incelemesi, iki okur sınıfına hitap etmektedir: Bir yanda zaten iman etmiş, ama Kutsal Yazılar ve Hıristiyan geleneği hakkındaki eğilimini derinleştirmek isteyenler ve öte yanda da basit filozoflar, sapkınlar, hatta inancın açık düşmanları. Onlara öğretmek istediği ilkeler, Hıristiyan hakikatinin ilkeleridir; Tanrı, âlem, insan

ve Vahiy. Demek kı Origenes her şeyden önce Hıristiyanları muhatap alan ve aynı zamanda mümkünse inanmayanları ikna etmek isleyen bir Hıristiyandır. Bununla beraber eğer ilk önce ve daha çok inananlara hitap ediyorsa, bunun nedeni, her ne kadar hepsi kurtarıcı hakikatin kaynağı olarak Isa'nın sözünü kabul etseler de. buna atfetmeleri gereken anlam hakkında her zaman mutabık olmamalarıdır. Bu görüş ayrılıklarına son vermek için geleneğe başvurmak ve aynı zamanda hepsinde ortak olan inancın dışında Kutsal Ruh'tan Bilim ve Hikmet almış Hıristiyanlara da danışmak gerekir. Ne denirse densin, İskenderiyeli Klemes'te de var olan, ama daha örtük biçimde bulunan bir tinsel aristokratçılık, bu noktada Origenes’te de ve daha belirgin bir biçimde kendini ele vermektedir. Contra Celsum'un ICelsus’a Karşı] (Vl:13) bir metni, Origenes'in düşüncesinde bu ayrımın nasıl Azız Pavlus’un öğretisi üzerine temellen-dınldığini görmemize imkân vermektedir: “imandan farklı olan ilahi Hikmet, Tanrı’-nın karizmalarının ilkidir. Ondan sonra İkincisi, yani bu şeyler hakkında kesin bir bilgiye sahip olanlann irfan(marifet) (gnösis) olarak adlandırdıkları şey gelir. Ûçüncû-sû de.estambul tours madem kı en cahillerin de olabildikleri kadar dindar olsalar da kurtulması gerektiğinden, imandır, işte bu yüzden Aziz Pavlus, şöyle demiştir: “Kimine Ruh vasıtası ile hikmet kelamı ve diğerine aynı Ruha göre ilim kelamı, başkasına aynı Ruhla iman" verilir (I Korintlıler Xll;S-9). Demek ki bütün Hırisiiyanlar aynı şeylere fakat farklı tarzlarda inanmaktalar. insan, bir beden, bir ruh ve bir tinden oluşmaktadır. Aynı şekilde Kilise, Kutsal Metinler’ın tarihsel anlamının hakikatine çıplak imanla yetinen basit inananlardan; metinlerin allegorik yorumu sayesinde “gnosis’e, yani “bilmek" kelimesinin Kitab-ı Mukaddes’teki anlamına, birlik olan bilgiye erişen (Yuhanna İncilinde, XIV:4, 17) daha mükemmel Hıristiyanlardan; son olarak da Metinlerin “ma-ne\ı anlamr’na ulaşan ve üstün bir tefekkür (theöna) sayesinde ilahi Yasada gelecek olan sonsuz mutluluğunun gölgesini fark eden daha da mükemmel Hıristiyanlardan oluşmaktadır.
Tanrı, bir, sade, anlatılamaz ve mükemmeldir. Doğası gayrı-maddidir; çünkü mükemmel olan değişmez ve değişmez olan, tanım itibariyle gayri-maddıdir. Bu yrızden onun nasıl olduğunu tasavvur etmemiz mümkün değildir; doğası maddenin ve bizimkiler gibi bir bedenin içinde tutsak olan ruhların mahiyetini aşmaktadır. Tann’-nm Baba. Söz ve Kutsal-Ruh olması, bir olmasına engel değildir; fakat Origenes ilahı kişiler arasındaki ilişkiler konusunda biraz sıkıntılı görünmekledir. Origenes'in düşüncesinde, Söz ile Ruh’un Babaya belli bir tabiiyet içinde olduklarına dair bazı kalıntılar görünmekledir. Her özel durumda farklı bir kutsal metni açıklamaya çalışan bir yorumcunun değişik zamanlarda öne sürdüğü çok sayıda açıklamayı teke ındir-

mek zordur (örneğin Süleyman'ın Meselleri Vlll:22-3l). Bu açıklamaların genelinde şu açıkça ortaya çıkmaktadır ki, bir yandan Origenes, yaratılmamış bir Söz'ün Baha'yla birlikte mutlak ezelden beri var olduğunu ve dolayısıyla Baba gibi Söz'ün de Tanrı olduğunu korkmadan savunurken, öte yandan da her ne kadar Söz ile Baha'nın ilişkisini çok kesin bir şekilde tanımlasa da Söz'ün yaratılıştaki rolünü belirlemeye çalışırken, hiyerarşik bakımından Baha'dan aşağıya yerleştirmektedir. Buradaki güçlük, sorunun ayrılmaz bir parçasıdır; çünkü Söz'ü bir aracı olarak görmek bahis konusudur. O zaman Origenes Yaratılışta ilk doğan ve kendisinden sonra başka sözler ve dolayısıyla başla tanrılar meydana getirecek olan Söz'den “bir Tanrı” gibi bahsetmekledir. Söz'ün Tann'yla olan ilişkisi gibi, sonradan doğacak olanlar da Söz'e göre aynı ilişkilere sahip akıllı doğalardır. Burada Ammonios Saccasın okulunda Origenes gibi öğrenci olan Plotinus'u hatırlamamak elde değil.
Tanrı dünyayı, her şeyin canlı şekillerinin bulunduğu Söz'ünûn aracılığıyla hiçten yaratmıştır. Onun iyiliği, dünyayı kendi hikmetine göre yaratmayı istemiş ve gücü de bunu maddesine kadar yaratmıştır. Ote yandan ezelden beri işsiz güçsüz durup, bir anda yaratma kararı alan bir Tanrı hayal etmek saçma olurdu. Gücünü kullanmayan kadir birini nasıl düşünebiliriz? Böyle bir değişimi onun değişmezliğiyle nasıl bağdaştırabiliriz? Demek ki dünya ezelde yaratılmış, yani Tann'mn üstün kudreti sayesinde ezelden varlığa getirilmiştir. Zaman içinde ezeli ve ebedi olan bu dünya, mekân içinde sınırlıdır, çünkü Tanrı, her şeyi Yazı'da söylediği gibi in pondere et numero, yani belli ölçüler ve sayı dahilinde yapar. Gerçi Tekvin yaşadığımız dünyaya bir başlangıç aıfetmektedir. Bu lafzi olarak doğrudur. Ama bizim dünyamız ne ilk ne de son dünyadır. Ondan önce başka âlemler de varolmuştur: onun nihai yokoluşundan sonra başka âlemler de varolacaktır ve ebediyete kadar da böyle devam edecektir.
Yüce bir hikmetle Tanrı tarafından yaratılmış olan ve bizim yaşamakta olduğumuz bu âlem, Söz'ün bir tezahürü gibidir. Baha'nın içinde olan Söz, Baha'nın tam olarak ne olduğunu bilir ve daha önce de bahsettiğimiz diğer sözleri de bu bilgiden hareketle serbestçe yaratmıştır. Hür ve tin olan bir Tann'nın mahlukları tindi ve hürdüler. Âlem bir tarihe sahip olmasını bunların özgürlüğüne borçludur. Sade, bir ve tamamen kendisine benzer saf bir iyiliğin eserleri olan bu ruhlar, kendi aralarında eşit bir şekilde yaratılmışlardır. Bunlardan bazıları, kendi hür iradelerini kullanarak daha çok veya az bir güçle Tanrı'ya bağlanırken bazıları da az ya da çok Ona sırtını dönmüştür. Bu sadakatin veya bu günahın çeşitli dereceleri, şu an evreni dolduran ruhların hiyerarşisini kesin olarak belirlemektedir.estambul tours En yüksek derecelerde bulunan meleklerin hiyerarşisinden, daha az saf olan ve gezegenlerin hareketlerini belirleyen

şündürtnekledır. Bu durumda şunu da kabul etmek gerekir ki Isa da, hiçbir zaman lamamlayamayacagı Kurtarma hareketine yeniden başlayacaktır. Origenes, alemden âleme ya\'aş bir gelişmenin gerçekleştiğini ve bir gün kötülüğün iyilik tarafından yok edileceğini düşünmüş görünmektedir, Böylece belli belirsiz bir şekilde zamanların gerçekten sonunu burada görmekteyiz. Bu sonda her şey öylesine güzel düzen içine girecektir ki Origenes, okurlarını gerçekten Tanrı’dan ebediyen ayrı kalmış şeytan ve lanetlilerin kalıp kalmayacağına karar vermeye davet etmektedir.
Alemin bu tarihi, Origenes’in uçsuz bucaksız teoloji öğretisinin sadece bir parçasıdır. Bu öğreti. Paganların Plotinus’un Aineidase’larında okuyabileceği evren görüşünün Hıristiyan versiyonunu belirgin bir şekilde görmemiz açısından büyük bir önem iaşımaktadır. Origenes’in etkisi çok muazzam olmuştur. İçerdiği bazı kesin olmayan tezleri, Methode d’OIympe'in (ölüm 311), İskenderiyeli Pierre'in (ölüm 312), Aziz Epıphane’ın (Panarion, 375), Origenes’in öğretisini yargılamak için bir konsilı toplayan ve reddedilmesini sağlayan İskenderiyeli Theophile'inki gibi saldırılara neden olmuştur. Ama onu savunanlar da az sayıda değildi, katinler arasında Aziz Hierony-mus. Origenes için büyük bir methiye kaleme almıştır ve tutumlarını biraz sonra tanımlayacağımız Kapadokyalılar, hayranlıklarını hiç esirgemeden, öğretisini gerektiği gibi düzeltmişlerdir.

PHILON LE JUIF: J. Martin, Philon, Paris, Alcan, 1907. — E. Brehier, Les id^es philosoplıicıues et reUgteuses de Philon d'Alexandrie, 2 bsk , Paris,). Vrin, 1924 CLEMENT D’ALEXANDRIE: Oeuvre, in Migne, Patr. Gr., c Vlll ve IX, eserin eleştirel baskısı için bkz. O. Stahlln, in Die griechischen clırisdiclıeıı Sdın/tsleller der drei ersten Jahrhunder-le. 3 cilı, c. 1. Protreptikos. Praedagogus. Leıpzig, i905; c. II, Sıromota, kitap I-Vl, 1906, c. 111, Stromata, kitap Vll-Vlll, Excerpta ex Theodoto, Eelogae propheticae, ıjuis dives salvetur, Frag-menla, 1909 — Eugene de Faye, element d'Alex(mdrie. Etüde sur les rapports du christianisıne et de la pbilosophie grecque au IP siicle, 2 bsk , Paris, Leroux, 1906. — W. Capitaine, Die Moral des Clemens von Alexandria, mad İn Vacant-Mangenot, Dlct. de theol. çatlı., c. 111, kol. 137-199 Seçilmiş metinler, çevirisi ve şerhi için bkz G. Bardy, Clcmenl d’alexandrie (Les moralis-tes ehreliens), Paris, Gabalda, 1926 — Cl. Mondösert, Clemcm d'Alexandrie. Le prolreptique. mtroduetion et traduetion, Paris, du Cerf yay , 1943.
ORİGENES: Ouvres ın Migne, Patr. Cr., c. X1-XXV11. Contra Celsııııı'un edisyon kriıigi için bkz
P. Koetschau, in De Principiis, c. V. — J. Deniş, De la philosophie d'Origenes, Paris, 1884. _
Seçilmiş metinler, çevirisi ve şerhi in F. Prat, Origiııe, le theologien et l'exegete, Paris, Bloud, 1907. — E. de Faye, Origenes sa vie, son ceuvre, sa pensle, 3 cilı, Paris, E. Leroux, 1923-1929
estambul tours sundu..

tesettür fiyatları

tesettür modelleri

tesettür giyim

abiye

tesettür

tesettür elbise

armine

tesettür tunik

tesettür abiye

replika

replika telefon

replika telefonlar