estambul ve allah bilgileri90

estambul ve allah bilgileri90

 bugün ben ve estambul yazılarımızı yazdık ve estambul diyorki Vahy'in aslı, aceleci olmak demektir. Peygambere gönderilen İlâhi vahiyleri, peygarriber telâkki etmekte acele edince buna vahiy dendi.olan vahiye benzetilerek, birçok ilhamlara da vahiy denildi,Çabuk ve sür’atli yazan kâtibin yazısına da vahy adı verildi.Sür’atli işaret etme yeteneğine sahip oldukları için, kaş ve göz işareıiıiî de vahiy denilmiştir.Meryem sûresindeki bir âyette,“(Allah) onlara sabah akşam teşbih ediniz diye vahyetti.” (762)k vurulmuştur. (Vahyetti),_yani işaret buyurdu, demektir (bu âyette). ;
Bazıları âyetteki (EVHÂ) kelimesine (ketebe = yazdı) anlamını vermiş lerdir.Ebu Bekr (radıyallahu anh)’ın rivayet ettiği bir hadîsde, (E/velıâ elvelıii geçmektedir ki, (haydi acele edin, haydi acele edin!) anlamını taşır.azılarına göre; vahyin asıl anlamı, sır ve onu gizlemektir. İlhamın vali): diye adlandırılması bu kabildendir. Nitekim En’âm sûresinde,

“Şeytanlar dostlarına vahiy ederler (gönüllerine vesvese verirler) ) (763) buyurulmuştur.
Ve yine Kısas sûresinde bu kelime aynı anlamda (yani ilham anlamn'^ | kullanılmıştır:
(761) Ebu Zerr-i Gıfarî (r.a.) ’dan İbn Hibban ve Ahmed b. Hanbel (r.h.) tahriç eylemişler*! 5*
Menahilü’s- Safa; Shf. 37.
(762) Meryem Sûresi, âvet: 10. (763) En'âm Sûresi, âyet. 121.
ALLAH’IN ONUN (MÜBAREK) ELLERİNDEN. ..
“BİZ Musa’nın annesine: (Haydi onu emzir!) diye vahyettik.” (764).
Yani kalbine bu ilhamı verdik, demektir.
Vahyin çeşitlerini anlatan âyet-i kerimede geçen (İLLÂ VAHYEN) kısmına, bazı âlimler bu mânâyı vermiştir.
MUCİZE
Peygamberlerin Rab tarafından getirdikleri şeylere mucize dememiz şundan ileri gelmektedir; Çünkü mucize, halkın benzerini getirmekten âciz olduğu şeydir. Bu iki kısımdır:
1-Beşerin kudretinde olan çeşitidir. Halk onu getirmekten âciz olmuştur.
Çünkü onun benzerini getirmekten âciz kalmaları, Allah’ın bir fiilidir ki, bununla peygamberlerinin doğru söylediğini (yani gerçek peygamber olduğunu) isbat ediyor. Ölümü temenni etmekten onları menetmesi gibi Kur’ân’ın benzerini getirmekten onları (müşrikleri) âciz bırakması gibi...
(Bu söz ve fikir bazı âlimlere göredir).
2-Beşerin kudretinin dışında kalan mucizeler: Yani, asla yapamayacakları şeyler; Ölüyü diriltmek... Asayı yılan yapmak, kayadan deve çıkarmak, ağacı konuşturmak, parmaklardan su fışkırtmak, ay’ı ikiye bölmek gibi, Allah’tan başkasının yapamayacağı şeyler... İşte bunlar, Peygamber (sşllaUa-tıusleytıi ve sellemj'in elinde, düşmanlarını susturmak, onlara âdeta meydan okumak için Allah’ın icra ettiği işlerdir ki, bunların sayesinde onların yalanlamalarını hükümsüz kılıyor. Ve onları benzerini getirmekten âciz bırakıyor.
Şunu da iyi bilmiş ol ki. Peygamberimizin (sallallahu aleyhi ve seilem) doğruluğuna (gerçek peygamber olduğuna delâlet edecek) mucizeler göstermesi her iki nev’i de (yani mucizenin yukarıda arzettiğimiz her iki şekli) içine almaktadır. Zira mucize bakımından Resûlullah (sallallahu aleyhi) yesJem) efendimiz, diğer peygamberlere nisbetle çok zengindir. Yani hepsinden fazla mucize göstermişlerdir. İleride beyan edeceğimiz veçhile onun mucizelerini saymak mümkün değildir.
KUR’ÂN-I KERÎM
Peygamber (sallallahu aleyhi ve seilem) ’in mucizelerinden biri ve en büyüğü Kur’ân-ı Kerim’dir. Çünkü Kur’ân’m mucizeleri, ne bin, ne iki bin
(764) Kasas Sûresi âyet: 7.
(•) Yahudiler, “asıl âhirct hayatı bizimdir, sizin değildir” diye iddia ettiklerinde, Allah onlara Ba-^^fîsûresinin bir âyetinde, "Eğer doğru söylüyorsanız haydi ölümü temenni ediniz!" buyurmuş ve on-
. ŞİFA-İ ŞERİF TERCÜMESİ
ve ne de daha fazla sayı ile bitmez. Çünkü Peygamber (sallallahu akyhj
sdlem) onun tek sûresiyle meydan okudu, (Arab edebiyatçı ve şairlerj
Onun her âyeti veya âyetleri, kendine göre bir mucizedir. Sonra tümolarji bu sûrede, ileride beyan edeceğimiz sayısız mucizeler vardır.
Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem)'in mucizeleri iki kısma ayrılır
1- Kur’ân gibi, kesinlikle bilinen ve bize kadar tevatür yolu ile intikal eden mucize... Bu mucizede en ufak bir şüphe yoktur. Bunun, Peygamberfsa/. lallahu aleyhi ve sellem)’e gelişinde hiç kimsenin itirazı yoktur. Onagel-miştir ve O, O'nun hüccetleri ile istidlâl edip karşısındaki münkir ve mua-nzlarma meydan okumuştur.
Bunu inadından dolayı inkâr eden kimse, tıpkı peygamberin dünyadaki varlığını inkâra kalkışmış gibi olur.
Peygamber (aleyhisselâm) ’ın onunla ihticac etmesinde, belki münkirler bir itiraz fırtınası koparabilirler fakat o (Kur'ân) haddizatında kendisi tazam-mun ettiği mânâlarla birlikte bir mucizedir. Ve bu bizzarure bilinmiştir, j'-caz keyfiyeti ise; yine bizzarure ve binnazar ma'lûmdur.— İleride uzunca bahs ve şerhedeceğiz bu konuyu —.
Bazı imamlarımız derler ki; Peygamber (sallallahu aleyhi ve se//em)in elinde zâhir olan bütün mucize ve âdetler üstü haller icmali olarak, bu hükmü alabilir. Yani bu mucizelerin onun mübarek elinde ceryan etmesinde kimsenin şüphesi olmaz. Ne mü’min ve ne de kâfir. Peygamber fsa/Malıua/evlıı ve seUem)'in mübarek ellerinde birçok olağanüstü şeyler (mucizeler)ceryan ettiği hususunda itiraz etmezler. İnatçının itirazı ise, bu mucizelerin cânib-i llahi’den oluşundadır. Oysa biz bunların cânib-i İlahi’den geldiğini önceden zikrettik. Bütün bunlar sanki peygamberimizeCenab-ı Hak’ın, “Doğru söyledin!” sözü, mesabesindedir. Peygamber(salial-lahu aleyhi ve sellem)’den bu gibi olağanüstü şeylerin vukuu bizzarure bilinmiştir. Tıpkı Hâtim-i Tâı’nin cömertliği ve Antere’nin şecaati gibi.— Bunlar bizzarure bilinen şeylerdendir—. AhneHn Hilmi de böyle... Bütün haberler Hâtim ’in cömertliğinde, Antere’nm şecaatindeıe Ahnerin sabr ü tahammülünde söz birliği etmiştir, her ne kadar her haber bizatihi kesin bilgiyi ve doğruluğunu gerektirmiyorsa da...
2- Zaruret ve kesinlik derecesinde olmayan mucizeler.
Bu da iki nevidir:
a) Son derece meşhur ve yaygın olan mucizeler ki, bunları sayıca bayi' kabarık olan insanlar rivayet etmişlerdir. Muhaddisler nezdinde yaygınJ' hale gelmiştir. Raviler ve siyer (kitabları) nakletmiştir; Resûlullah efen' mizin mübarek parmaklarından suyun fışkırması, oturduğu sofrada ye^^^ ğin olduğundan fazla (Onun duasiyle) çoğalması gibi mucizeleri bu nevi sayabiliriz...
ALLAH’IN ONUN (MÜBAREK) ELLERİNDEN. ..
b) Bir veya iki ravinin nakli ile sabit olan mucizeler. Yani sayıca az olan raviler tarafından nakledilen mucizeler. Ne var ki, bu tip mucizelerin benzeri rivayetleri biraraya gelince ifade bakımından güç kazanırlar ve yukarıda arzettiğimiz gibi mucize olma cihetinden kesinlik ifade ederler.
Kaadı Ebu’I- FadI İyaz şöyle konuşuyor:
Ben, hakkı (gerçeği) haykırarak derim ki: Peygamber (sallallahu aleyhi vesellem)'den me’sur olan bütün mucizeler kesinlikle bilinmiş haldedirler.
Ay’ın iki parçaya ayrılmasına gelince: Bunun vukuu Kur'ân-ı Kerim’in nassı ile sabit olmuş, bizzat O haber vermiştir. Delil olan âyetin zahirî anlamından delil olmayan katiyen udul edilmez (vazgeçilmez). Çeşitli yollardan gelen sahih haberler de bunu teyit etmiştir. Bu husustaki azmimizi ve kesin inancımızı, din kulpunu kırmak isteyen ahmakların itirazı katiyen sarsamaz. İmanları zayıf olanların kalblerine şüphe düşürecek olan bid’atçilerin saçmalarına asla iltifât edilmez (kulak verilmez)*'’
(Mübarek) parmaklarından suyun fışkırması, (duası bereketiyle) yemeğin çoğalması da bu tip mucizelerindendir. Kendilerine güvenilir son derece kalabalık bir kitle, sayıca kabarık bir sahabe kitlesinden rivayet etmişlerdir.
Mucizelerin bazılarım da bir topluluk muttasıl bir şekilde birçok sahabî ve ileri gelenlerinden rivayet etmişlerdir. Meselâ; bu Hendek gününde olduğu gibi birçok sahabînin birarada bulunduğu yerde ve Buvat gazvesinde EI-Hudeybiye umresinde. Tebûk gazvesinde ve benzeri yerlerde vukubul-muştur.
Yani birçok Müslümanların ve askerî toplulukların bulunduğu yerlerde (vukubulmuştur). Hiçbir sahabînin (bu mucizeleri) rivayet eden ravîye itiraz ettiği babında herhangi bir haber de varit olmamıştır. Çünkü o ravinin gördüğünü onlar da görmüşlerdir, onun için itiraza mahal kalmamıştır. Binaenaleyh (bu gibi konularda) sükût edenin sükûtu; konuşan kimsenin konuşması gibidir. Zira onlar, bâtıla karşı susmaktan beridirler. Hele yalana karşı katiyen müdahane etmezler. Kaldı ki, susmalarında herhangi bir çıkarları veya korkuları da yoktu. Duydukları şey, onlarca bir münker veya şeriatın kabul etmediği bir husus olsaydı asla susmazlardı. derhal itiraz ederlerdi.
Nitekim bazı hususlarda birbirlerine itiraz etmişlerdir, kimisi kimine sen hata ettin veya vehme kapıldın demişlerdir. Meselâ; ahkâma taallûk eden bazı rivayetlerde Şemâil-i şerif ve Kur'ân kıraatında olduğu
şak huylu, az sözde çok şey anlatan, çok sözünde (sözün güzelliğine) g(jjç| lik katan (yani gayet) anlamlı ve kapsamlı kelâm eden biri olarak karşıtnij^ çıkardı...
Hülâsa: Kelâmın (her iki) babında da onları, hüccet-i baliğası kuwe. damiğesi (boş ve bayağı sözleri ezen güç) vardı. Bu babta galip (vesondç. rece isabetli) bir ok’a, geniş bir yola, apaçık bir caddeye sahip idiler. S04 ri, kendi arzularına boyun eğeceği hususunda en ufak bir şüpheleri olma^. dı. Belâgatin de kendi kumandası altında olduğuna kesinlikle inanırlardı. Bu, nun bütün sanat yönlerini bilirlerdi. Sözün en iyi pınarlarını fışkırtmasını becerirlerdi. Belâgat ve fesahatin tüm kapıları onlara açıktı, hemen hepsin! den zahmetsiz içeriye girebilirlerdi. Gayelerine ermek için (bu konuda)muiı. teşem bir bina kurmuşlardı bile...
Onlar için fark etmezdi: İş büyük olsun veya basit ve kolay olsun, hemen hepsinde rahatça söz söyleyebilirlerdi. Zayıf olsun, semiz olsun aldırmazlardı, bütün maharet ve sanatlarını ortaya sererlerdi. Aralarında — birbirlerini övmek veya hicvetmek için— az veya çok karşılıklı sözler söylerlerdi Nazımda olsun, nesirde olsun âdeta yarış yaparlardı (aralarında).
(İşte bu evsafta olan Arabları) Resûl-i Kerim’den başkası ürkütememiştir (ondan başkası sırtlarını yere getirememiştir): Çünkü Resûlullah (sal/a/laJıu aleyhi vesellem) onların karşısına ne önünden, ne de arkasından hiçbirba-tılın (boş söz veya hüküm) sızıp giremediği Hâkim-i Hamid’den indirilme olan pek yüce ve susturucu bir kitapla çıkmıştı...
Âyetleri güçlü ifadelerle dolu! Kelimeleri son derece açık ve seçik olan bir İdtabla...
Belagatı akılları yenik düşürmüştür... Fesahati her söylenen sözün üstünde meydan okumuştur... İcaz ve i’caz bakımından tüm sözlerin sinim yere getirmiştir... Hedef ve gayelerine ermek için (o kitabın) hakiki vemecat anlamları âdeta el ele verip yardımlaşmıştır... Başları ve sonları güzellikte âdeta yarışmışlardır. İfade gücü kelimeleri beyan ve ifadenin çok üstünde olmuştur. İcazı ile birlikte nazmının güzelliği dengeli ve son derece bitbi-riyJe mütenasip olmuştur. Lâfzının (nazmının) güzelliği birçok faideleriilı-tiva etmiştir. Oysa Arablar bu babta bu sahada her milletten daha ileri idi- j 1er. Erkek veya kadın hitabette, seci’de ve şiirde emsâlsizlerdi. İrticalenra-! hatça hitab edebiliyor, şiir söyleyebiliyorlardı. Konuştukları dilin âdetazit-1 vesindeydiler. Birbirleriyle âdeta yarış ederlerdi edebiyatta... Onlarbuhai | deyken gelmiştir O yüce kitab; ve onlara tam yirmi üç sene meydan oka muştur... İleri gelenleri dahil bütün Arab yarımadasına (ve tüm dünyaya) gerçeği haykırmışlardır.
“Yoksa onu (Kur’ân’ı) kendisi mi uydurdu diyorlar? Deki:“Oh# haydi siz de onun gibi, on uydurma sûre getirin. Allah’tan başka 1#| gücünüz yetiyorsa (kime güveniyorsanız) onları da (yardıma) çağırın, «s (iddianızda) doğrucular iseniz.” (765).
estambul yazdı ve sundu..