estambul ve allah bilgileri80
szlere en güzel yaızları yazan estambul diyorki Tirmizî, İbn Kaani' ve diğerleri senedlerini zikrederek Abdulkh^ /ânj'dan nakletmişlerdir. (O) dedi ki:**Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem) Medine’ye geldiklerinde görmek için (yanına) geldim. Yüzüne iyice bakınca, cnun yüzünün
lancı yüzü olmadığını hemen anladım!” (752).
Kadı Şehit Ebu Ali (rahimehullah), Ebu 7- Hüseyin es- Sayrefî, Ebu'j.p b. el- Hayrûn, Ebu Ya 'la el- Bağdadî, Ebu Ali Essincî, İbn Mahbûb, zî, Muhammed b. Beşşâr, Abdu'l- Vehhâb es-Sekefi, Mü/jam/ned6 q! fer, İbn Ebî Adiy, Yahya b. Said, Avfb. Ebî Cemile, el-Arabi, 2m-s b. Evfâ, (tariki ile) bize,
Abdullah b. Selâm'dan rivayet etmiştir bu hadîs... Ebû Rimse et-Teymî (753)’den:
‘‘Beraberimde oğlum olduğu halde. Peygamber (sallallahu aleyhiyt sellem)'e geldim. Bana gösterdiler. Onu görünce, “Bu Allah’ınpeygam beridir!” diye haykırdım!” (754).
Dımâd (Sa'lebe’nin oğlu) O'na geldiği zaman. Peygamber (sallallahu aleyhi ve sellem) ona şöyle buyurdu:
‘‘Hamd Allah’a mahsustur, biz onu hamdederiz. Ondan yardımdilt riz. O, kimi hidayet etti ise, kimse onu asla şaşırtamaz! Kimi de idlal etmişse, kimse onu hidayet edemez! Şehadet ederim ki: Ondan başka ilah yoktur. O birdir. Onun şeriki yoktur. Muhammed de şüphesiz onun kulu ve Resulüdür!”.
(Adam bunları duyunca; Peygamber (sallallahu aleyhi ve sdlem)'e: “Bu kelimeleri bana tekrar et! And olsun ki, bunlar ta denizin dibine kadar ulaştı (tesirleri). Ver elini sana biat ediyorum!”.
Müslim ve diğerleri rivayet ettiler.
Cami' b. Şeddâd dedi ki:
‘‘Bizde Tarık adında bir adam vardı. Medine’de Peygamber(sallallato | aleyhi ve sellem)'i gördüğünü haber verdi: (Sözlerine şöyle devam etti: Pey! gamber (sallallahu aleyhi ve sellem) bize):
— Yanınızda .satılık bir şey var mıdır? diye sordu.
(752) imam Tirmi/I, Sünen. Ebavu Sıfaıi’l-Kıyameıi Babu Cr>u’,s-Selâma, Tedhulu’l-Cei'i'# J 2487 Nolu metni Abdullah b. Selam 'dan Zürarc b. Evla rivayeti olarak lahriv clmişiir, lıımit"' ^ | 5, Kitabu İkameti’.s- Salati 174, Babu Ma Câe ti Kıyami’l- Leyli, Hadîs No 1334 ile aynı lalızl**”'
Süyûtî, Menahilü’s-Sufa. Shl. 37’de İmam Ahmcü b. Hanbel (r.h.) Müsned'inde Hâkim El ^ rek'te tahriç ettiler diye kaydetmiştir.
(753) Ebu Rimsete't- Teymi: Teym Kabilesinden bir /attır. Adının teshilinde ihtilâfcdılnm | Amure diyen nuıellilier olımıştur.
1754ı İbn Saâd. Tahakatii’l- Kübra’da tahric evlcdi -‘.Süvıİtî Menahil, 37".
.ALLAH’IN ONUN (MÜBAREK) ELLERİNDEN.
—Şu deveyi satıyoruz, dedik.
—Kaça?
—Altmış ölçek hurmaya satarız, dedik.
Bunun üzerine devenin yularmdan tutup Medine’ye doğru yürüdü. (Aramızda) dedik ki:
—“Kim olduğunu bilmediğimiz bir adama sattık (parasını da almadık)”.
Beraberimizde Zaine vardı. Dedi ki:
“Devenizin parasını (şayet ödemezse) ben ödeyeceğim! Zira ayın on-dördü gibi bir adam yüzünü gördüm, O sizi katiyen aldatmaz.”
Sabah olunca bir adam hurma ile çıkageldi ve:
—Ben, Allah elçisinin size gönderdiği elçiyim! Bu hurmadan yemenizi ve ölçeklerle (alacağınızı tahsil edinceye kadar) almanızı size emrediyor, dedi. Ve biz de onun emrini yerine getirdik.” (755).
Umman Meliki el- Culendî’nin haberinde şöyle geçer:
Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem) ’in kendisini İslâma çağırdığını işitince şöyle demiş:
“Bu şahsın peygamber olduğunu şundan anladım: Emrettiği şeyi ilk defa kendisi işler. Nehyettiği hususlardan (herkesten önce) ilk defa kendisi uzaklaşır. Galip geldiği zaman kibirlenip böbürlenmez... Mağlup olduğu zaman sabreder, kendi canını sıkmaz. Ahde vefa gösterir. Vaad etliğini yerine getirir. (Şu anda) şehadet getiriyorum ki, O bir peygamberdir!” (756).
Niftuveyh:
“Ona bir ateş dokunmasa bile onu zeytin (yağı) aydınlatır.” (757) âyetini şöyle tesfır etmiştir:
Bu bir benzetmedir. Allah, Peygamberine (sallallahu aleyhi ve sellem) karşı bu meseli irat etmiştir. Çünkü onun görünüşü ve bakışı, Kur’ân okumasa bile, nübüvvetini (peygamberliğini) gösteriyordu...
İbn Revâba (758) der ki:
ÜİS)İmm Müslim, Sahih, 7, Kiubu’l- Cüm’ati, 13 Babu Tahfıfü’s-Salâti ve’l- Hutbeti No 46 (868)'de Abbîs (ra.ydan. Ayrıca Câmi b. Tank (r.a.)'dan Beyhaki tahriç etmiştir.
(756)İbn/shair’dan Kitabü’r- Rıdde’de müeiun nakletmiştir. İmam Süyûtî, Menahil. Shf. 37.
(757)Nûr Sûresi, âyet; 35.
kılıcı ile İslâm’a hizmet etmiş bir Sahabi-i Celîl’dir. Mute harbinin şehadet mı içip âhirete göçen kahraman kumandanlarından biridir (radıyallahu anhü).
‘ ‘Ondan açıklayıcı alâmetler olmasa bile,
Onun görünüşü sana gerçeği gösterir. ”
Şunu iyi bil ki. Allah (c.c.) kullarının kalblerinde marifeti, zatî is^ ve sıfatlarını ve bütün teklifatı anlamalarını isterse vasıtasız yaratmaya dirdir. Bazı peygamberlerde icra eylediği usûl ve prensiplerde olduğu Aynı mânâyı müfessirlerden bazıları Cenab-ı Hakk’ın şu kavlinde zikretıaj, lerdir:
“Bir vahy ile, ya da bir perde arkasından, yahut bir elçi gönderipıj^ kendi izni ile dileyeceğini vahyetmesi olmadıkça, Allah’ın hiçbirbeşert kelâm söylemesi (vaki) olmamıştır.” (759).
Bütün bu teklifleri onlara kelâmını ulaştıracak olan bir vasıta ile ulajiif, ması mümkündür ki, o vasıta da ya beşerin dışından olur: Melekler gibi — ki onlar peygamberlere vahiy getirirler —. Ya da kendi cinslerinden olur; peygamberler gibi— ki onlar İlâhî vahiyleri ümmetlerine tebliğ ederler-Aklî delil yönünden buna bir mâni yoktur. Bu mümkün olunca, peyg®. berler de kendi doğruluklarını isbat edecek mucizeler (Allah’ın inayetiykı izhar edince, onların (Allah tarafından) her getirdikleri şeyi kabul etmekve tasdik etmek bize vacip olur. Çünkü tehaddi (meydan okumak) ile birlikte. Peygamber (sallallahu aleyhi ve sellem)'den sadır olacak mucize Cenab: Hakk’ın:
“Kulum doğru söylemiştir, ona itaat edin ve tebliğ ettiği hususlarda kendisine uyun!”
söylediği her söz de âdeta doğruluğuna şahit olur. Bu kadar (izahat) yeter Fazla uzatmak gayemizin dışında kalır. Daha geniş ilme sahip olmak iste yen, Allah’ın rahmetine kavuşmuş olan imamlarımızın eserlerini okusıu 1ar, orada istedikleri bütün malûmatı rahatlıkla bulacaklardır.
NÜBÜVVET;
Bu kelimeyi (hemze ile) '"NÜBÜET" şeklinde okuyanların dilinde, 1« ber anlamına gelen "'Nebe" kökünden gelmedir. Bu tefsire göre teshil(Ic nevi kıraat şeklidir) bakımından hemzesiz de olabilir.
Anlamı: Allah onu, kimse tarafından bilinmeyen hususlara muttali kılıp kendisinin bir peygamber olduğunu yine ona öğretmiştir. Böylece “Nebi)’ kelimesi (Munebeen = kendisine haber verilen) anlamında olmuş olur.Tıpb ‘‘Feîl” kelimesi (Meful) anlamında olduğu gibi...
Yahut Allah’ın kendisine vahyettiği şeyleri haber verici, kimseyebİ' | mediği hususların habercisi anlamında olur ki o zaman tıpkı “Feîrk* ! İlmesinin (Fail) kelimesi anlamını taşıması gibi bir manzara arzetmişt^"''!
Bu kelimeyi hemzesiz okuyanlara göre, “Ennebve” kökünden de gel"*’| olabilir.
(759) Şûra Sûresi, âyet; 51.
. ALLAH’IN ONU (MÜBAREK) ELLERİNDEN. ..
Ennebve, yerin yüksek kısmına derler. Bu itibarla Peygamberimizin (sal-lallahu aleyhi ve sellem) Mevlâsı nezdinde yüksek bir kimsenin erişemeyeceği bir mevki ve rütbe ihraz ettiğine delâlet der bu! Hulâsa, her iki vasıf da onun hakkında biraraya gelmiş olabilir.
RESUL:
Bu kelime, '‘Gönc/ery/m/ş” anlamındadır. Arab dilinde (Fe’ul) “Muf’al” anlamında pek nadir varit olmuştur.
Allah’ın onu göndermesi demek, emrini gönderdiği insanlara tebliğ etmekle memur kılması demektir.
“Et-Tetabu” kökünden de gelmiş olabilir. Meselâ: “Câennasu irsâlen = İnsanlar birbiri ardınca geldiler” denir. Bu anlamda kullanılınca, sanki Peygamberimiz (sallallahu aleyhi ve sellem) tebliği tekrar etmekle mecbur kılınmıştır yahut da ümmetin birbiri ardınca (toplu halde) ona uymaları mecbur kılınmıştır.
(Nebi ve resul) kelimelerinin anlamında (yani her ikisinin aynı anlama mı, yoksa ayrı ayrı anlama mı geldikleri babında) bilginler çeşitli görüş serde-derek ihtilâf etmişlerdir:
a)İkisi de aynı anlama gelir. (Haber verme) kökünden gelmedirler.
Bu fikirde olanlar şu âyeti delil gösterdiler:
“Biz senden evvel hiçbir resûl, hiçbir nebi göndermedik ki o, (bir şey) arzu ettiği zaman, şeytan onun dileği hakkında (bir fitne) meydana atmış olmasın.” (760).
Görüyorunuz ya, Allah (VE MA ERSELNA) buyurarak, her ikisine de (irsâlı) sabit kılmıştır. Demek ki her resûl aynı zamanda nebidir ve her nebi de aynı zamanda resuldür.
b)İkisi bir yönden ayrılırlar: Gaybe ittila ve nübüvvet özelliklerini bildirme, derece bakımından yükselme hususunda peygamberlikle birleşirler. Re-sûl’e fazla olarak risaleti vermede ayrılırlar ki, bu inzarla ve i’lam (bildirmekle) görevlendirilmesi anlamında olur.
Bunların delilleri, yukarıda geçen aynı âyettir. Çünkü bu kelimeler ayrı ayrı zikredilmişlerdir (âyette). Eğer ikisi aynı şey olsaydı (yani aynı anlamı taşısaydı) Kur’ân gibi pek beliğ bir kelâmda tekrarlanmaları güzel olmazdı. Buna göre resûl hem ibadetle hem de ümmete tebliğe me’mur olan bir peygamberdir. Nebi ise yalnız ibadetle me’mur olan bir peygamberdir. Bu fikirde olanlar mezkûr âyeti buna göre yorumlamışlardır.
c)Resûl, kendisine müstakil olarak kitab gelen peygambere denir. Kendisine müstakil kitab gelmeyen peygamber ise — vahiy yolu ile tebliğe me’-mur edilse bile — Nebidir, Resûl değildir.
Hac Sûresi, âyet; 52.
ŞİFA-İ ŞERİF TERCÜMESİ
Sahih ve ekseri âlimlerin üzerinde olduğu görüş, şudur:
Her resul nebidir, her nebi resul değildir.
Peygamberlerin ilki Hazreti Âdem'dir, sonu ise Muhammed (s^n , aleyhi ve sellem)'d\r. '
Ebu Zer (radıyallahu anh) ’m rivayet ettiği bir hadîste şöyle varit olmjL i dır:
“Tüm peygamberler, yüzyirmi dört bin peygamberden ibarettir. ların arasında Resûl olan üçyüz üç (kadar) dır. Onların ilki ise ÂdelJ, aleyhisselâmdır.” (761).
Şimdi nübüvvet ve risaletin mânâlarını anlamış oldun. Bunlar, bir pey. gamberin zatı değildir (muhakkiklere göre). Bir zatın vasfı da değil...
Kerramiyye fırkasındaki âlimler, bunun aksini iddia ettiler. Bu hususta ‘ uzun uzun yazdılar, sözlerini isbata çalıştılar, fakat itimada şayan bir deli serdedemediler.