estambul ve insan ve islam bilgilerimiz

estambul ve insan ve islam bilgilerimiz

 ve sizlere en güzel sekilde bu yazıları yazan estambul diyorki Hıristiyanlann yapdığı zulmJerden burada, sâdece bir t zikr etdik. İşte, şerî’at ve din terbiyesi görmüş, îsâ aleyhissd-'^^ (bir yüzüne vurana diğer yüzünü çevir) sözüne îmân etdikr söyliyen hıristiyanlann, zuJm ve vahşetinden bir kısım. Biz? dâ-ül-mülâhazâf) kitabının sahibi olan papazın bu zulnılen v k şetleri bilmiyecek kadar câhil olduğunu zan etmiyoruz. mânların bu târîhî hâdiselerden haberleri yokdur zannı ile, id^jj sim kuvvetlendirmek için kendisini câhil gibi göstermekdedir.

Üçüncüsü: Eğer yalnız cismânî sebebler ya’nî kuvvet, zor ves^n. lik, bir dînin yayılmasına kâfî olsaydı; bunca çarpışmalar, zulm katliâmlardan sonra, bütün dünyânın hıristiyan olması ve yeryiizûj. de yehûdîlerden hiçbir kimsenin kalmaması lâzım gelirdi.Dördüncüsü: İslâmiyyetin emr etdiği cihâd-ı fîsebîlillah. kıin zoru ile âlemi müslimân olmağa cebr etmek değildir. Cihâd, keü me-i tevhidi bütün cihâna yaymak ve duvurmak, Allahü teâlâınî hak dîninin, diğer dinler üzerine olan üstünlük ve fazfletini ortayj koymakdır. Bu cihâd, evvelâ teblîg ve nasîhat şeklinde yapıh. Ya’nî islâmiyyetin hak din olduğu, bütün se'âdetleri, adâleti. hür-riyyeti ve insan haklannı emr etdiği bildirilir. Bunu kabûl eden gayr-ı müshmlere vatandaşlık hakkı verilir. Müslimânlann mâlik olduklan bütün hürriyyetlere nâil olurlar. Bu da veti kabûl etmeyip, inâd eden hükümetlerle, zâlim diktatörlerle harb edilir. Harb-de mağlûb oldukları zemân, evvelce yapılmış olan da vet tekrar edilir. Ya’nî islâmiyyeti kabûl etmeleri istenir. Kabûl ederlerse, onlar da aynen diğer müslimânlar gibi, hür olurlar. Kabûl etmezlerse cizye denilen vergiyi vermeleri teklif edilir. Cizye vermeği kabûl edenlere (zinunî) denir. Bunlara dinlerini değişdirmeleri için herhangi bir zorlama yapılmaz. [İhtiyârlardan, hastalardan, kadınlardan, çocuklardan ve yoksullardan ve din adamlarından cizye alınmaz.] Kendi dinlerinin îcâblannı yapmalan için, onlara her dürlü müsâade verildiği gibi, mallan, canlan, ırzlan, nâmûslan, müsli-mânların malı, canı, ırzı ve nâmûsu gibi, devletçe muhâfaza edilir. Bütün hak ve hukûkda, müslimân ve müslimân oirmyan adâlet önünde müsâvî tutulur.
ÜÇÜNCÜ İDDİALARI: Papazların ortaya atdıklan üçüncü iddiâ; (Herhangi bir hâztrlığa lüzûm olmaksızın, şerî'at terbiyesi görmeksizin, Allahü teâlânm Peygamber göndermesi mümkin olduğu hâlde, böylesine efdal bir dîni îsâ ve Mûsâ aleyhimesselâmm dinlerinden evvel göndermemesi, merhametlilerin en merhametlisi olan Allahü teâlânm adâletine uygun olmadığı)dır.
CEVÂB: Papazların bu iddiâlanna da çeşidli sekilerde cevâb
Bunlardan biri, biz inanıyoruz ki, Allahü teâlâ sonsuz kudret sâhibidir. Yedi kat yerleri ve gökleri halk etmesi [yaratması] ile bir kanncayı, [bir hücreyi, bir atomu] yaratması. Ona göre müsavidir. Hâşâ, şeriki olması gibi, mümkin ohnıyan şeyden başka, Allahü teâlânın yaratamıyacağı hiçbir şey yokdur. Eğer iddiâ etdik-leri gibi, hâzırlık olmaksızın Peygamber göndermek imkânsız olsa. bu da Resûlullahın “saUallahü aleyhi ve sellem” mu’cizelerine ilâveten bir diğer mu’cize olur. Çünki, yeni bir dîni kabule hâzır ve kurtancıbir Peygamber bekleyen İsrâîl oğullanndan, îsâ aleyhis-selâma, göke çıkarılıncaya kadar îmân edenler, sekseniki kişi ol-muşdur. Herhangi bir din terbiyesi, şerî’at terbiyesi görmemiş ve yeni bir dîni kabûle müsâid olmıyan arabların içerisinden gelen,
Fahr-i kâinat “aleyhi efdalüttehiyyât” efendimizin vefâtından önce, o arablardan yüzyirmidört binden ziyâde kimseyi îmâna ka-vuşdurması, mümkin olmıyanı, mümkin yapmakdır, bir mu’cize-dir. Hele, (efdal olanı, daha üstün olanı önce göndermemesi, Allahü teâlâmn rahmet, şefkat ve adaletine uygun değildir) demeleri hiç bir akhn kabûl edeceği şey değildir. Çünki, hıristiyanlarm i’tikâdı [inancı], (îsâ aleyhisselâmın çesidli hakâretlerle kati edilip, üç gün de Cehennemde yakılması, Adem aleyhisselâm ile haz-ret-i Havvâdan Cennetde iken meydâna gelen zelleden [kusûr-dan] dolayı, bütün insanlar, hattâ bütün Peygamberler günâh kirine bulaşımş olduklanndan, [hâşâ] Allahü teâlâ sevgili oğlunun kanını dökerek, onları afv ve mağfiret etmek içindi) şeklindedir. Biz onlara soruyoruz: îsâ aleyhisselâm, hıristiyanlann inancına göre [hâşâ] Allahü teâlânın oğlu ve belki aynısı iken, Âdem aleyhisse-lâmdan hemen sonra gönderilseydi; bu kadar Peygamber ve bunca ma’sûm insanlar Cehenneme girmemiş olsalardı, dahâ evlâ ol-mazmıydı? Husûsen meliklerin, sultânların teşrîîmde, saltanatı en büytik olan geriden gelir. İnsanlarm âdetlerine göre de büyük hutbelerde en mühim olan kısm en son zikr edilir. Bu her husûsda böyledir. Meselâ mâhir san’atkârlar işlerinin kabasını, o işde çah-şan çıraklarına kabaca yapdırdıkdan sonra, en mühim ve nâzik olan yerlerini sonunda kendileri yaparak işi temâmlarlar. Böyle olması tabî’îdir. Hakîm-i mutlak olan Allahü teâlâ da Peygamberlerin en üstünü ve en estambul efdali olan Seyyid-il-mürselîni “saUallahü aleyhi ve sellem” en son olarak gönderip, kendi dînini kuvvetlendirmesi ve hiç noksansız olması, üâhî hikmetine dahâ uygun olacağı açıkdır.
Yine (Gadâ-ül-mülâhazât) kitâbının ikinci babının dördüncü fashnda, Resûlullahın “saUallahü aleyhi ve sellem” mu’cize sâhibi olup olmaması bahsinde diyor ki; (Isâ ve Mûsâ aleyhimesselâm
Peygamber ve ona fmân edenler, Allahü teâlânm yardımı ne mân olacak derlerdi. Dikkat ediniz, uyanık olunuz ki, Allahü tej. lânın yardımı yakındır) buyurulmuşdur. Bu âyet-i kerîmedekinuj, rat, yardım va'di umûmî olup, müslimânlara va'd edilmekdedir Bu va'd hemen zuhûr etdi. Islâmiyyet evvelâ Arabistâna. sonra bütün dünyâya yayıldı.
2— Bedr gazâsmdan önce, Allahü teâlâ, Eshâb-ı kirâma zafe. ri müjdeledi ve Kamer sûresinin kırkbeşinci âyetinde meâlen, (Ya. kında onlar hezûnete uğrayıp, harbden kaçarak arka verirler) bu yurdu. Aynen duyurulduğu gibi, Bedr gazâsmda Kureyş kavmi hezimete uğrayıp helâk oldu.
3— Allahü teâlâ, Rûm sûresinin bir, iki, üç ve dördüncü âyetlerinde meâlen; (ve Rûm [arablara] en yakın olan bir yerde [Şâm civânnda, îrânlılara] mağlûb oldu. Mağlûbiyyetden sonra, üç jıl ile dokuz yd arasında burada hasmlan [olan acemlere] g^b olacaklardır. Yenmek ve yenilmek [kesin olarak biliniz ki] önde ve sonda Allahü teâlâmn emrindedir. Rûmlann îrânblara gâlib olduğu günde mü’minler sevineceklerdir) buyurdu. Bu âyet-i kerimelerin tefsirinde, müfessirlerin ve siyer âlimlerinin ittifakla bildirdikleri husûs şudur: Rûmlann mağlûbiyyetden sonra acemlere, ya'nî îrânlılara gâlib olacaklarının haber verilmesidir. Bu aynen vukû’ buldu. Hattâ, bu âyet-i kerîme nâzil olduğu zemân Kureyş kâfirlerinin ileri gelenlerinden Ubeyy bin Halef inkâr et di. Ebû Bekr “radıyallahü anh” ile yapdığı konuşmada; ona di uzatarak onlann gâlib geleceğini inkânnda ısrar etdi. Bunuı üzerine üç sene kadar beklemek ve taraflardan kimin dediği çık mazsa, diğerine onbeş dişi deve vermek üzere mukâvele [sözW me] yapdılar. Ebû Bekr-i Sıddîk “radıyallahü anh”, ResûluUah “sallallahü aleyhi ve sellem” gelerek, bu mukaveleyi arz etd ResûluUah “sallallahü aleyhi ve sellem” âyet-i kerîmede geçe' (Bıd’) kelimesinin üçden dokuza kadar olan sayılara şâmil oldı' ğunu beyân buyurdu ve Ebû Bekre “radıyallahü anh”, ona o dip, hem müddeti, hem de deve adedini artdınnasını emr etd Bunun üzerine, Ebû Bekr “radıyallahü anh”, yapdıklan mukt veleyi yenileyerek, müddeti dokuz seneye ve deve adedini vüz
çıkardı. Hicretin altıncı senesinde Hudeybiyede iken. Kûmların İran üzerine galebe etdiği haberi kendilerine ulaşdı. Fekat Ubeyy bin Halef, Uhud gazâsmda Resûlullahın “sallallahü aleyhi ve sellem” yerden alarak ona atdığı bir harbe [süngü] ile kati edilmiş olduğundan, Ebû Bekr-i Sıddîk “radıyallahü anh” onun vârislerinden zikr edilen yüz deveyi aldı. [Peygamberimizin “sallallahü aleyhi ve sellem” emrine uyarak bu yüz deveyi fakirlere dağıtdı.]
Hadîs-i şerifler ile bildirilen, gaybe âid haberler ve mu'cizât-i ne-beviyye de, sayılarruyacak kadar çokdur. Bunlara bir kaç misâl verelim:
İslâma da’vetin başlangıcında, müşriklerin eziyyetlerinden [sı-kıntılanndan] dolayı, Eshâb-ı kirâmın bir kısmı Habeşistâna hicret etmişlerdi. Resûlullah “sallallahü aleyhi ve sellem” Mekke-i mü-kerremede kalan Eshâb-ı kirâmla berâber, üç sene her dürlü görüşme, alış-veriş yapma, müslimânlardan başka bir kimse ile konuşmama gibi, bütün içtimâi muâmelelerden men’ olundular. Ku-reyş müşrikleri, bu karar ve ittifâklannı büdiren bir ahdnâme yazarak, Kâ’be-i muazzamaya asmışlardı. Her şeye kâdir olan Alla-hüteâlâ (arza) denilen bir çeşid kurdu [ağaç kurdu] o vesikaya musallat etdi. Yazdı bulunan (BismikelIâhüınıne=Allahü teâlânm ismi ile) ibâresinden başka, ne yazdı ise, hepsini o kurtçuk yidi bitirdi. Allahü teâlâ bu hâli Cibrü-i emin vâsıtası ile Peygamberimize •sallallahü aleyhi ve sellem” bildirdi. Peygamberimiz de “sallallahü aleyhi ve sellem” bu hâli, amcası Ebû Tâlibe anlatdı. Ertesi gün, Ebû Tâlib, müşriklerin deri gelenlerine giderek; (Muhammedin Rabbi ona şöyle haber vermiş. Eğer söylediği doğru ise. bu hâli kaldınp, estambul eskiden olduğu gibi dolaşmalarına, başkaları üe görüşmelerine mâni’ olmayımz. Eğer söylediği doğru değilse, ben de Onu artık himâye etmiyeceğim) dedi. Kureyşin ileri gelenleri, bu teklifi kabul etdder. Herkes toplanarak Kâ’beye geldiler.- Ahdnâmeyi Kâ’beden indirerek açdılar ve Resûlullahın “sallallahü aleyhi ve sellem” buyurduğu gibi (Bismikellâhümme) ibâresinden başka, bütün yazıların yirdimiş olduğunu gördüler.
TENBÎH:
[Hindistândaki büyük İslâm âUmi Dost Muhammed Kandihâ-ri “rahmetullahi aleyh”'" yirmidokuzuncu mektûbunda buyuruyor ki; (Kureyş kâfirleri mektûblannın başına (Bismikellâhüm-me) yazarlardı. Peygamber efendimiz “sallallahü teâlâ aleyhi ve
İl) Muharamed Kandihârî 1284 [m. 1868] de vefât etdi.
olan sensin) buyurdu. Kendisinin âhirete teşrifinden Fâtımâ vâJidemiz de “radıyallahü anhâ” âhirete teşrif * Ebû Zer-i Gıfârîye “radıyallahü anh” yalnız ve tenhâ h vefât edeceğini haber verdi. Aynen öyle oldu. [Rebze
de yalnız başına vefât buyurdu. Yanında sâdece kızı ve hanı dı. Vefâtından biraz sonra, Abdüllah ibni Mes’ûd ve diğe7k*’ zâtlar geldiler. Cenâzesinin gasi, teçhiz ve tekfin işlerini
“radıyallahü anhüm ecma’în”.]
Eshâb-ı İdrâmdan Sürâka bin Mâlike “radıyallahü anh” lun bileziklerini giydiğin zemân nasıl olursun?) buyurmuşdur, y,!
1ar sonra, Ömer “radıyallahü anh”ın hilâfeti zemânında feth ediljj îrâmn ganimetleri, Medine-i münevvereye geldi. Ganimetleriniçç. risinde Kisrânın kürkü ve bilezikleri vardı. Ganimetlerin taksimin, de, Ömer “radıyallahü anh”, Kisrânın bileziklerini Sürâkaya “radı, yallahü anh” verdi. Sürâka bilezikleri koluna takdı. Geniş olduğu için tâ dirseğine çıkdı. Seneler önce Resûlullahın buyurduğunu hatırladı ve
İKtNCİ NEV’: Resûlullahdan “sallallahü aleyhi ve seUemy fı’len meydâna gelen mu’cizeler çokdur. Bu mu cizeleri burada saymağa kitâbm hacmi kâfi olmadığından ba zılarmı zikr edelim;
1 — (Mi’râc) mu’cizesidir ki, mubârek cesedi ile berâber. yani rûh ve bedeni Ue birlikde ve uyanık iken olmuşdur. Bu mu cizeye Kureyş kâfirleri inanmadılar. Ba’zı imâm za’if müslimânlar da, akl-lan ermediğinden, şübhe fitnesine düşüp, ResûluUaha sallallahü aleyhi ve seUem” çeşidli süâller sorup, cevâblanm aldıkdan soma tasdik eldiler. Kâfirlerin süâllerini [sorularını] ve bunların cevâbla-nnı öğrenmek isteyenler (İzhâr-iU-hak) kitâbına mürâce’at edebi- , lirler. Mi’râc sâdece rûh ile olsa, onu inkâr edecek bir sebeb olmazdı. Çünki, rûh uykuda bir anda şarka ve garba gider. Bir kimsenin rü'yâda gördüğü şeylerin aynısı vâki’ olsa, estambul evet olabilir denilir ve inkâr edilemez.
Mi’râc hem rûh, hem de beden ile olmuşdur. Allahü teâlâ dilediğini çok sür’atli hareket etdirmeğe kâdirdir. Bunun için mi’râ-ca inanan akili kimselere ve naki edenlere herhangi bir şey söylenemez. Evet mi râc, âdet olan işlerin hilâfınadır. Fekat mu’cize-lerin hepsi de âdetin hilafıdır. Bu âdet dışı mu’cizenin imkânını ve vukûunu, felsefecilerin ileri gelenlerinden İbni Sînâ'*' aklî de-iriler ile (Şifâ) kitâbmda isbât etmişdir. Şübhe eden oraya mürâce’at edebilir. [îmân edilecek şeyleri, felsefe kitâblarından de-
ğjl. Ehl-i sünnet âlimlerinin kitâblanndan öğrenmelidir.]
Bir diğer husûs ise, bedenin göğe çıkması, ehl-i kitâb olanlar arasında da imkânsız, ya’nî olamıyacak bir iş değildir. Çünki, Eh-nûh.İlya ile Elyesa’ aleyhimüsselâmın bedenen göğe çıkdıkları, hı-ristiyanlann ellerinde mevcûd (Kitâb-ı Mukaddes)deki Tekvinin beşinci babının yirmidördüncü âyetinde ve ikinci meliklerin, ikinci babının birinci âyetinde yazılıdır. Markos İncilinin onaltmcı bâbı-[unondokuzuncu âyetinde ise: (Rab îsâ, onlara söyledikden sonra, oöğe alındı ve Allahın sağına oturdu) demekdedir. Pavlosun, Ko-rintoslulara yazdığı ikinci mektûbun onikinci bâbının ikinci âyetinde: (Mesih denilen adam, bedende mi veyâ bedenden hâricde mi, bilmem, onu Allah bilir. Üçüncü göke çıkarılan bir adam olarak biliyorum) demekdedir. îsâ aleyhisselâmın da mi’râca çıkarıldığı görülüyor.
2— Kur’ân-ı kerîmde bildirilmiş olan (Şakk-ı kamer), ayın yarılması mu’cizesidir. Bu husûsda, inkâr edenlerin, ya’nî hıristiyan papazların i’tirâzlan ve müsUmânlarm onlara vermiş oldukları ce-vâblar, (İzhâr-ül-hak) ve (Es’ile-i hikemiyye) kitâblarmda uzun yazılıdır.
3— (Ramy-ı turâb) mu’cizesidir. Bedr gazâsında, Eshâb-ı ki-râm “aleyhimümdvân” müşriklerin dörtde biri kadardı. Harb şiddetlenip, müşrikler hücûmlarını artdırdıklan zemân, Resûlullah “sallallahü aleyhi ve sellem” çardak altında mubârek başını secdeye koyup: (Ey yüce Rabbim! Eğer bu bir avuç müslimâm zafere idaşdınnazsan, yeryüzünde seni tcvhîd edecek [birleyecek] bir kimse kalmaz) diye zafer ve nusrat için düâ etdi. Dahâ sonra, bir müddet sükût buyurdu. Hemen mubârek gözlerinde sevinç alâmetleri belirip, yanmda bulunan, mağara arkadaşı Ebû Bekr-i Sıd-dîka “radıyallahü anh” zafer ve Allahü teâlânm yardımı ile müjde-lendiğini haber verdi. Çardakdan çıkarak harb meydânına teşrîf etdiklerinde, yerden bir avuç kum alıp, müşrik askerlerinin üzerine doğru atdı. Kum tanelerinin her biri, düşman askerlerinin gözüne bir belâ ve hezîmet şimşeği gibi gelerek, zâhirî bir sebeb olmak-sızm derhâl perişân oldular. Enfâl sûresinin onyedinci âyet-i kerîmesi bu mu’cize hakkında nâzil oldu. Bu âyet-i kerîmede meâlen: (Kâfirlere atdığını sen atmadın, onları Allahü teâlâ atdı) buyuruldu. Bu âyet-i kerîme, tanıyan tanımıyan, yerli yabancı bütün dillerde tilâvet edildi, okundu. Müşriklerden, (Bizim gözlerimize öyle bir toprak isâbet etmedi) diye bir şey söylemek teşebbüsünde bulunan bir kimse olmadığı gibi, hâşâ belki de sihr olduğunu zan et-fflişlerdir.
4—Çeşidli yerlerde Resûlullahm “sallallahü aleyhi ve sellem”
estambul yazdı ve sundu..