estambul ve insan ve islam bilgilerimiz53
evet arkadaslar sizlere bugün en güzel yazıları yazan estambul diyorki lerinden milyarlarca lira harcıyarak yapılan AIDS tedâvîsi ar^-dırmaları neticesiz kalmakdadır. Amerikada ve İngilterede zinâo kadar yayılmışdır ki, üniversitelerde okuyan talebeler için, üniversite içinde doğum kilinikleri açılması istenilmekdedir. AIDS insanlık âleminin, öyle bir korkulu rü’yâsı olmuşdur ki, hıristiyan Avrupadan seyâhata çıkan turistler, AIDS’li olmadıklarma dâir rapor alıp, öyle çıkmakdadırlar. Allahü teâlânın hikmetinin büyüklüğüne bakınız ki, en fenâ ve en tehlükeli hastalıkları, islâmiy-yetin dışındaki hareketlere musallat kılnuşdır. Bu ga\T-i meşrû işlerde gayb olan çocukları, doğmayan çocuklar sanmamalıdır. Bunlar öldürülen, canlarına kıyılan çocuklardır. İslâmiyyetin emri burada çok incedir. Zinâya karşı, evlileri (Recm) ederek öldürmek emri, bundan hâsıl olacak çocuğun soysuz bir piç bırakılarak, insanlıkdaki şerefi yok edilmiş olduğu için konulmuş birZinâya sebeb olan ve zinâya yol açan şeyleri yapmakdan men’ eden birkaç hadîs-i şerifi dahâ burada zikr edelim;
Resûlullah “sallallahü aleyhi ve sellem”, (Yabancı kadına şehvet ile bakan bir kimsenin gözleri ateşle doldurulup, sonra Cehenneme atılacakdır. Yabancı kadın ile toka ed^, Han ensesinden bağlanıp, Cehenneme sokulacakdır. Yal^ zûmsuz yere şehvet İle konuşanlar, her kelimes
"fDiger bir hadîs i şerîfde, (Yabancı bir kızı görüp de, AUahü te-' ,n azabından korkarak, başını ondan çeviren kimseye, Allahü ibâdetlerinin tadını duyurur) buyurdu. Her husûsda olduğu
husûsda da en güzel ve en doğru hükmü beyân eden islâ-^' vvetolmuşdur. Müjdeler olsun İslâm âlimlerinin kitâblarmı oku-
,-anlara ve o din büyüklerine tâbi’ olanlara.]
' jENBÎH: Ellerde do]3şan Încîllerde, Tevrâtın ahkâmının te-aıâmı nesh ve ibtâl olunup, yalnız zinâmn harâmlığı kalmışdı. İn-cîlde zinâ edenlere bir had, bir cezâ beyân edilmediğinden, bu zina yasağı da hıristiyanlar arasında hükmü kaldırılmış olarak ka-bûl edildiği, AvrupalIların hâhni bilenlerin ma’lûmudur. Çünki, şehvet nazan ile bakmanın aynen zinâ olduğunu, îsâ aleyhisselâm beyân etmiş iken, hıristiyanlar, kadınlarım örtmemişler, fbaşkala-nnm şehvet ile bakması için açık bırakmışlardır. Hâlbuki, harâm işlemeğe sebeb olan şeyleri yapmak da harâmdır. Kadmlann, açık ve süslü ve kokulu olarak yabancı erkeklere görünmeleri, erkeklerin bunlara, şehvet ile bakmalarına sebeb olmakdadır. O hâlde, bugün ellerde dolaşan İnciller, hıristiyan kadmlannm örtünmelerini emr etmekdedir. Bunun içindir ki, bütün kiliselerde,
' manastırlarda vazifeli olan kızlar, rahibeler, müslimân kadınlan gibi örtünmekdedirler.j Fekat, şimdi papazlar, kadmlann yabancı erkeklerle oturup kalkmak şöyle dursun, balolarda, istediği gençlerle, kucak kucağa dans etmelerine dahî müsâade etmişlerdi. Bunun için, îsâ aleyhisselâmm sözüne göre, her bir hıristiya-na zânî ve zâniye denilmesi doğru olur. Fekat (Bunlar câhil halk-dır, câhilhıristiyanlardır. Bunlara nasihat te’sîr etmiyor. Hıristiyan din adamları, papazlar, kadınların bu hâllerinden hoşnud demdirler) denirse; kiliselerde toplanan erkek ve kadmlann, dürlü dürlü süs eşyâlan ile birbirlerine, ibâdet ismi altında, yapdıklan cilveler ve hareketlere niçin mâni’ çimiyorlar? Bilhâssa günâh çı-kanlacağı zemân, genç papazlar ile genç kadınlar, yüz göz açık, diz dize, baş başa, tenhâda oturup, işledikleri günâhları anlatma-lan ve papazların dinlemesi ve kiliselerden çıkılırken genç oğlan-lann, genç kadınlara okunmuş su takdîm etmesi gibi hâllere bakılırsa, değil câhil, avâm hıristiyanlar, hiç bir papaz bile, göz zinâ-sından kurtulamaz.
Bu açıklamadan anlaşılıyor ki, bütün ilâhı kitâblarda, [bütün İlâhi dinlerde] harâm olan birçok şeyleri papazlar sonradan te’vîl ederek, halâl saydıkları gibi, zinâyı da bu şeklde hiç şübhe-sizhalâl saydılar.
ren sebebıeı o\d ’dı. Eğer zevç, ^vcesisi bosşav oian ayrûıki biî ba^ tem>: ise. en az Ol â sününtfc. Öyk ise. bura ^tahmsdn? ld-Wö
lunmaları haramdır. Kadınlardan AJIahü teâlânın emrle • 1ar, dünyâda Allahü teâlânın ilâhı hıfzında kalacaklar.
de, Cennet-i a’lâda sayısız ni’metlere kavuşacaklardır b müslimân kadınlar, dünyâda huzûr ve rahat, âhiretde de, içerisindedirler.] Avrupalı kadınlar gibi, şehvetperest erke?''
hırs ve tama’larına hedef olarak rezil olmazlar.
[İslâmiyyetin kadına verdiği kıymeti, hiçbir din, hiçbir inajç hiçbir nizâm, hiçbir fikr vermemişdir. İslâmiyyet, kadını baştâcier miş, onu gerçek bir anne ve her evin sultânı olmak makâmina oturtmuşdur. Medenî olduklarını iddiâ eden AvrupalIlar; kadınla, rmı fabrikalarda, işyerlerinde, atelyelerde ve mağazalarda çahşdır-makda ve kadının gerçek vazifelerini yapmasma fırsat vermemek dedir.
İslâmiyyetde, kadın ev içinde ve dışında çalışmak, para kazanmak mecbûriyyetinde değildir. Evli ise erkeği, evli değüse, babası, babası da yoksa, en yakın akrabâsı çalışıp, onun her üıtiyâcmı karşılamağa mecbûrdur. Kendine bakacak hiç kimsesi bulunmıyan , kadına, devletin (Beyt-ül-mâl) denilen hazînesi bakmağa me mûr-dur ve onun her ihtiyâcını te’mîn etmeğe mecbûrdur. İslâmiyyetde geçim yükü, erkek ve kadın arasında paylaşdınlmamışdu-. Bir erkek, zevcesini tarlada, fabrikada veyâ herhangi bir yerde çalışmağa zorlayamaz. Eğer, kadın isterse ve erkek de izn verirse, kadm, kadmlar için iş bulunan yerlerde, erkekler araşma kanşmadan ça-hşabilir. Fekat, kadının kazancı kendisinindir. Kocası, ondan zorla hiçbir şey alamaz. Onu, kendi ihtiyâçlarını dahî satm almasma zor-hyamaz. Ev işlerini yapmaya da zorlıyamaz. Kadm ev işini kocasına bir hediyye, bir lutf olarak yapar. Bunlar, müslimân hanımlann sâhib olduğu birer fazîletdir. Onlardaki şerefli bir sıfatdır. Şimdi, komünist memleketlerinde, kadm da, erkeklerle birlikde, boğaz tokluğuna, hayvanlar gibi, en ağır işlerde zorla çalışdırılıyor. Hür dünyâ dedikleri hıristiyan memleketlerinde, (Hayât müşterekdir) denilerek, kadmlar da, fabrikalarda, tarlalarda, ticâretde, erkekler gibi çalışıyor; sıkmtı, üzüntü ile yaşıyorlar. Çoğunun, evlendiklerine pişmân oldukları, mahkemelerin boşanma da’vâları ile dolu olduğu, günlük gazetelerde sık sık görülmekdedir. Kadmlar, İslâm dîninin kendilerine verdiği kıymeti, râhatı, huzûru, hürriyyeti ve boşanma hakkına mâlik olduklannı bilmiş olsalar, bütün dünyâ kadınları, hemen müslimân olur ve islâmiyyetin her memlekete yayılması için çalışırlar. İslâmiyyetin kadınlara pekçok haklar tanıması ve onları erkekler elinde bir köle veyâ oyuncak ^'makdan koruması, Allahü teâlânın kadınlara büyük kıymekJ|j^ -.j gösterir.]
I^ İlİncflde, (Kim kadınını boşarsa, ona boş kâğıdını versin Inıişdk- Fekat ben size derim ki, her kim zinâdan başka bir se-I fble boşaisa, onu zâniye eder. Ve her kim boşanmış kadınla ev-! zinâ eder)
' a) Madem ki, dahâ önce zikr etdiğimiz Matta İncîÜnin beşinci I babının yirmisekizinci âyetine göre, şehvet nazarı ile bakmak ay-I nen zinâ etmek olduğu, îsâ aleyhisselâm tarafından bildirilmişdir. i Zinâ sebebi olunca kadını boşamak ise, yine Mattanın beşinci bâ-j bmın otuzikinci âyetine göre lâzım olmakdadır. Şimdi hıristiyanlar arasında yabancı kadın ve erkeğin birbiri ile görüşmemesi gibi bir I şey olmaiğından, her hıristiyan kadının, istediği genç erkekle ve Iher hıristiyan erkeğin de, istediği kadınla açıkça veyâ gizlice görüş-
! mesi âdet olduğu hâlde, hıristiyanlar zinâ günâhından acabâ nasıl kurtulabilmekdedirler?
' b) Avrupa târihlerinde yazıldığına göre, Avrupada birçok hükümdarın hanımlarında zinâ fi’li bulunmadığı hâlde, hükümdâr-larhammlannı boşamışlar [ve pek çok kadın ile evlenmişlerdir.]. Papalık makâmının hudûdsuz yetkilerine sâhib bulunan papazlar, hükümdârlann o kadınlan boşamasına nasıl müsâade etmişlerdir?
c) Bugün Avrupa kanûnlarında talâk [boşanma] bahsi yazılı ve mer’iyyetde olup, zinâdan başka, aşın, şiddetli geçimsizlik ve gadab, hattâ kadın ve erkeğin rızâları ile boşanmayı îcâb etdi-ren sebebler olduğu hâlde, birbirlerinden boşanamamakdadır-Jar. Eğer zevç, yeni sevdiği kadını evinde bulundursa, zevcin zevcesini boşayabilme salâhiyyeti ve zevç ve zevcenin rızâları ile olan ayrılıkda dahî, zevç ve zevce üç sene geçdikden sonra, bir başka kimse ile evlenebilirler. Zinâ töhmeti ile olan ayrılık-daise, en az on ay geçdikden sonra bir başkası ile evlenebilmesi mürakindir. Bunlar Avrupa kanûnlarının ba’zı
niz. Fekat ben size derim ki, hiç yemîn etmeyiniz Ne gök ü " çünki o, Allahın tahtıdır. Ne yer üzerine, çiinki o, AllaLavak^ nın basamağıdır. Ne Kudüs üzerine, çünki o, büyük meleğin dir. Ve (başın üzerine) diyerek yemfn etmeyeceksin. Çünki sen s'' çın bir kılmı ak veyâ kara yapmağa kadir değilsin. Ancak sözünü evet evet, hayır hayır olsun. Zîrâ bunlardan çok olan şerdendir)d^ nilmekdedir. [Matta bâb beş, âyet otuzüç ve devâmı.]
Matta İncilinin bu âyetlerinden anlaşılan, aslâ yemîn etmemek, kat’î bir emrdir. Hâlbuki, cem’iyyet içinde muâmelât sebeblerinin en büyüklerinden olan böyle bir enıniyyet vesilesinin, büsbütün yok edilmesi akla ve hikmete uygun bir şey olamıyacağmdan, bunun da, İncilde yapılan tahriflerden biri olduğu zan olunur. Mûsâ aleyhisselâmın dininde olduğu gibi, islâmiyyetde de, yemîn vardır. İslâmiyyetde yemin üç dürlüdür:
a)Yemûı-i Gamûs: Geçmişdeki birşey için, bilerek yalan yere yemin etmekdir. Büyük günâhlardandır. Böyle yeminlere keöâret lâzım olmaz. [Hemen pişmân olup, tevbe ve istiğfâr etmelidir.]
b)Yemîn-i Lağv: Boş yere bir işi yapdığı zannı ile, yanlış yemîn etmekdir. Dahâ sonra yapmadığı ortaya çıkınca, hiç hükmüne girer. [Ya’ni günâh da olmaz, keffâret de İcâb etmez.]
c)Yemîn-i Mün’akıde: İlerde yapacağım veyâ yapmıyacağım diye yemin etmekdir. Bir kimse yann şu işi yapacağım diye va de bulunup (VALLAHİ) diyerek yemin etse, dahâ sonra sebat etmeyip, o işi yapmasa (Hânis) ya’ni yalancı olup, keffâret vermesi lâzım olur. Bu kısm yemine keffâret verilmesi husûsunda Kur’ân-ı kerîmde açık beyânlar vardır. Mâide sûresinin seksen-dokuzuncu âyetinde meâlen: (Allahü teâlâ sizi yemûı-i lağv ile muaheze etmez [cezâlandırmaz]. Fekat akd etdiğiniz [mün’akid] estambul yeminlerde muâheze eder. Onun keffâreti, çoluk çocuğunuza yi-dirdiğiniadn orta hâli ile on fakiri doyurnıakdır veyâ çoluk çocuğunuza giydirdiğinizin orta hâliyle birer elbiseyi, on fakire giydir-mekdir veyâ bir köle âzâd etmekdir. Bu üçünden birini yapmaya gücü yetmiyenin, üç gün müte’âkıben [peşpeşe] oruç tutmasıdır, işte bunlar sîzlerin yemînlerinize keffâretdir. Lisânlarınızı [yalan yere yemîn etmekden veyâ] yemininizi bozmakdan hıfy ediniz) buyurulmuşdur. Allahü teâlânın isminden başka, yer, gök ve başın için ve evlâdın için diyerek, yemîn etmek ise, çeşidİi hadîs-i şerifler ile men’ edildiğinden, şer’an câiz değildir.
lîötülüğe karşı koymayın ve sağ yanağınıza kim vurursa, ona sol yanağınızı da çevirin. Eğer birisi gömleğini almak isterse, ona kaputunu. abanı da ver. Ve kim seni bir mil gitmeğe zorlarsa, onunla iki mil git. Senden dileyene, isteyene ver. Düşmanlarınızı sevin ve size beddüâ edenlere hayr düâ edin. Herkese selâm verin) denil-tnekde ve başkalanna kötülük yapan, zulm eden kimselerin afv edilmesi bildirilmekdedir. Kısâs, ya’nî suçluyu cezâlandırmak te-mâmen inkâr olunmakdadır.
Kısâs mes’elesi, İlâhî kitâblarda meşrû’ olduğu gibi, Kur’ân-ı kerîmde de, emr edilmişdir. Mâide sûresinin kırkbeşinci âyetinde meâlen: (Can, can için, göz göz için, burun burun için, kulak kulak için, diş diş için ve yaralamak için kısâs vardır) buyurulmuşdur. Bekara sûresinin yüzyetmişdokuzuncu âyetinde meâlen; (Ey akJ sâ-hibleri! Sizin için lusâsda hayât [ve sıhhat] vardır) buyurulmuşdur. Fekat öldürülen kimsenin vârislerinin ve yaralanan veyâ bir a'zâsı kesilen kimsenin, kısâs yapılmasını istemeyip, afv etmelerinin ef-dal ve pek hayrlı olması hakkında âyet-i kerînieler ve hadîs-i şerifler vârid olmuşdur. Ancak, İncilin kısâsı temâmen afv etmesi, tahrif edildiğine, kuvvetli bir delildir. Çünki, her dinde ve her kanûn-da kısâs vardı. Hattâ, hıristiyan memleketlerinde dahî kısâs yapıldı. Eğer huistiyanlar, bu İncilin sıhhatini, doğruluğunu kabul etmiş olsalardı, kısâs yapmazlardı.
(Bir yanağma vurana diğer yanağmı da çevir. Gömleğini isteyene kaputunu da ver. Her gidelim diyen ile berâber git) emrleri de aynen kısâs mes’elesi gibi tahrîfâtdan olmahdırlar. Çünki. böyle bir şen'at ile dünyâda hiç bir kavm, hiç bir cem'iyyet hayâtiyyetini. varlığım devâm etdiremez. Bunun en açık delili de, Avrupalılann, hı-ristiyanbğm bu esâslarma hiç i’tibâr etmemeleridir.
[Avrupada maddî refâh. Um ve teknik, hep hıristiyanlığı terk etmek sebebi ile zuhûr etmişdir. Bu terakkilerin sebebi, Avrupa-daki reformlar olmuşdur. Bu reformları yapanlar, Endülüsde ya nî İspanyada İslâm medreselerinde ilm tahsil eden Avrupalı-İardn. Bunlar her dürlü terakkiye mâni’ olan hıristiyanlığa karşı cebhe almışlar, hıristiyanlığın terakkiye mâni’ olduğunu akl ve ilm ile isbât etmişlerdir. Hıristiyanlığı red eden, terakkiye mâni' olduğunu isbât eden kitâblar yazmışlardır. İslâniiyyeti bilmeyen ba’zı câhiller, Avrupahlann yazdığı bu kitâbları okuyup, islâmiy-yeti de böyle sanrmşlar. Her dürlü ilerlemeği, terakkiyi, ilmi emr eden islâmiyyetde de, reform yapmak fikrine kapılmışlardır. Kendileri islâmiyyetin ışıklı yolundan sapmış, başkalarını da sap-dırtnışlardır. Böylece, câhilliklerini ve ahmaklıklarını ortaya koymuşlardır. Dahâ önce bildirdiğimiz gibi, müslimânlar islâmiyye-