estambul ve modern islam67

estambul ve modern islam67

 estambul
 en güzel bilgileri yazan estambul dediki Akvem, üslup ve içerik itibariyle klasik İslam eserlerini andırır, besmele, hamdele ve salveleyle başlayan eser, Allah’tan tevfık duasıyla son bulur. Hayreddin, usûl-i fıkıh geleneğinde verdiği eserindeki görüşlerini yetkin bir şekilde, ayet, hadis ve dört halifenin sözleri yanında, Gazâli, Maverdî, İbni Haldun, Sadeddin Taftâzânî, Şihâbüddîn Karâfi, İbni ‘Akil, îbni Kayyım, Muhammed Mevvâk, İbni Abidîn gibi klasik İslam âlimlerinin görüşleriyle estambul Hakkında geniş bir inceleme ile İngilizceye

desteklemiştir. Paşa, eserinin İslam düşüncesiyle ilgili bu teknik kısımlarının yazımında Tunus’taki Ezher gibi köklü Zeytuniye Üniversitesi ulemasından yardım almış olabilirdi. İbni Haldun’dan mülhem eseri, çağdaş dünyaya yönelik bir Mukaddime, modern bir siyaset-name olarak kendini gösterir. îbni Haldun’unki gibi genel prensiplerin ortaya koyulduğu bir mukaddime ile prensiplerin açıldığı muhtelif şeklinde iki ana kısımdan oluşan eser, bir hutbe (önsöz) ile hatime (sonuç) bölümleriyle tamamlanmıştı.
İSLAM'DA MODERNLEŞME K“ A?3
tercüme eden L. Cari Brown (1967), eseri ''hern siyaset tarihçileri, hem siyasî felsefeyle uğraşanlar için eşsiz bir sentez”<\\ye tanıtır.
Her iki eserin müellifi de sünnetuHah Aenen ilahi kânunların dikkatli sosyal gözlemlerle birleştirildiği bütüncül bir tarih felsefesi perspektifinden ülkelerin yükseliş ve çöküşüne yol açan dinamiklerin tespitine çalışarak İslam dünyasının kalkınmasının çarelerini araştırıyordu. Hayreddin Paşa, bu açıdan siyaseten rakip olsalar da fikren Ahmed Cevdet Paşa'nın emsali idi. Mukaddime)r\sm\r\m sonunda, tarihî bir perspektiften ele aldığı “İslam ümmetinin ilerleme ve gerileme sebeplerine bu kadar işaretle yetinelim” diyen Paşa (1986:166), daha sonra İmparator Charlemagne'dan zamanına kadar Avrupa medeniyetinin gelişiminin kuşbakışı bir tasvirini sunar. “Avrupa’nın Medenileşmesi" ve "Keşif ve İcatların Özeti” şeklinde iki başlıktan oluşan muA^e/z/kısmında Hayreddin, İslâmî olduğu kadar Batılı kaynaklara da hâkimiyetini göstererek, Batı’nın entelektüel ve bi-limsel-teknolojik alanda kaydettiği ilerlemenin ürünü kavram, icat ve kurumlar hakkında o zaman çağdaşlaşma yolundaki Müslümanlara yeterli bir fikir veriyordu.
Yeni Osmanlılar gibi Batılı medeniyet başarısını adil yönetimin eseri olarak gören Tunuslu Hayreddin de İslam dünyasının kalkınmasına yönelik projesinde adalet kavramım merkeze alır. Bunu, daha eserinin klasik İslâmî literatürün üslubuna uygun başlangıcında görmek mümkündür. Klasik dünyada İslam âlimleri, ele alacakları ana temayı yansıtan sıfat cümleleriyle Allah’a hamd ve Resulüne dua ederek eserlerine başlarlardı.'"'^ Hayreddin Paşa (1986: 81) da kitabına “Ümranı, adaletin neticelerinden kılan, insan türünü akılla üstün kılan ve onunla insana güzel idare ve irfan mertebelerine imkân veren ve ona günah ve düşmanlıktan uzak olarak iyilik ve takva üzerine yardımlaşmayı emreden Allah münezzehtir" ihdes\y\e başlar. Hemen arkasından da Namık Kemal’in makalelerinde başlık olarak kullandığı "Muhakkak Allah size adalet ve iyilikle davranmayı emreder.” ayetiyle gelen resulü Muhammed (S.A.V.)’e dua eder. Paşa, böylece, hem adalet-eksenli sıfat cümleleriyle hamdele ve salvelede bulunarak, hem de yan cümlelerin sonlarındaki "’umran, ‘irfan,
Örneğin İslam’da nikâhla ilgili bir kitap yazan âlim, ilgili Kur’ân ayetlerine atıfla "hamd, insanı erkek ve dişi olarak yaratan Allah’a mahsustur” türünden bir girişle eserine başlardı. Bunu her kitabın giriş cümlesini alan Kâtib Çelebi (i994)’nin ünlü eserinde açıkça görmek mümkündür.
‘udvan, lisan ve mizan” gibi kelimelerle "seci” (nesirde kafiye sanatı) parak klasik İslâmî üsluba vukufunu gösterir.
Ülkeler için adaletin önemini, hem dinî-naklî, hem sosyal-aklî arg(j manlarla açıklayan Tunuslu (1986: 98, 117), adaleti, mülkün bekası,,,^ teminatı ve ümranın temel dinamiği olarak görür; "Şeriatımızdan,
\'e diğer tarihlerden de bilindiği gibi, ülkelerde adalet, iyi idare ve istikram h teşkilatın mal, nüfus ve mahsulün artışının sebeplerinden olduğu, aksi takdirde bu anılan şeylerde eksilmenin olacağı hakkında Allah'ın kânunu cereyan etmiştir."daha sonra adaletin mahiyet ve işlevini, evrensel önemini, Hz. Peygamber (S.A.S.), Yunan filozofları, İran atasözleri, Ga-zâlî ve İbni Haldun gibi İslam âlimlerinden aktardığı sözlerle açıklar, Örneğin Osmanlı dünyasında Ahlâk-ı 'A/a7 vasıtasıyla bilinen Aristo’nun ünlü “dâire-i adliye” formülünü verir. Yaklaşık on üç yıl sonra Sultan Abdülhamid’e sunduğu 30 Temmuz 1880 tarihli üçüncü layihaya dayanan Fransızca “Programım”da, Akvem’dekı bu görüşlerini daha da geliştirir ve billurlaştırır. Ona göre Osmanlı İmparatorluğu’nun ihtişamı, öncelikle ordusunun sayısı ve maddî gücünden değil, şeriata dayalı adil yönetim sayesinde başarılan dinamizm ve zenginlikten kaynaklanıyordu (Mzali 1997:164).
Hayreddin, geleneksel dünyada adaletin temel göstergesi olarak "meritokrasi (liyakat yönetimi)”yi alır. Osmanlı İmparatorluğu, ancak işlerin ehline tevdi edilmesi, adaleti gerçekleştirecek sorumlu ve liyakatli insanların idaresi sayesinde zirveye çıktı. Buna karşılık Abbasî ve Osman-İl İmparatorluklarının çöküş süreci de temelde meritokrasinin ihlaliyle, idarenin, liyakatsiz, sorumsuz ve sefih insanlara tevdi edilmesiyle başladı. Bugün de geçmişte olduğu gibi İmparatorluğun kurtarılması için yeniden meritokrasiye dönmenin yeterli olacağını savunanlar vardır. Ancak ona göre, iyi ve ehliyetli görevlilerin seçimi önceden olduğu gibi bir ölçüde yararlı olmakla birlikte, bugünkü duruma köklü bir çare sunmaktan tamamıyla uzaktır. Zira modernleşme sürecinde bir taraftan yönetimin, diğer taraftan yönetenler/yönetilenler ilişkisinin doğası büyük ölçüde değişmiştir. Bu nedenle Yeni Osmanlılar gibi Paşa da bir yandan halkın, i ahlakî ve siyasî bir seferberlik sürecine sokulmasını, öte yandan da kişilerin erdemine bağlı olmayan etkin bir yönetim düzeninin kurulmasını; savunur. Ancak bu yeni sistem, kökten farklı Avrupah modellerin takİK dine değil, yerli gelenekler ve sosyal yapıya dayanacaktır ki gelenek,
potansiyele fazlasıyla sahiptir. Paşa’ya göre yetersiz olan, iddia edildiği gibi şeriat değil, onu uygulayacak olanlardır (Mzali 1997:163-75).
Hayreddin, Sultan Abdülhamid’in reform yolu hakkında dört temel konudaki sorularını içeren bir muhtıraya cevap olarak sunduğu 4 Şubat 1881 tarihli bir layihada, Avıupah belli başlı ideolojiler liberalizm ve konservatizm halckındaki değerlendirmesini de dile getirir. Paşa, Avrupa'ya özgü şartlardan doğmuş bir ideoloji olarak liberalizmin Osmanlı ülkesinde aynen uygulanmasının yıkıcı sonuçlar doğuracağını vurgular. O. bunun yerine mevcut düzenin en iyi yönlerini koruma anlamına gelen konservatizmi savunur. Ancak bunda da orta ve doğru yoldan sapmaksı-zın şimdiye kadar yapılan yanlışları düzeltmek, suiistimal ve kötülükleri gideiTnek ve özellikle saltanat ve devlete yararlı ve ülke ve hükümetin ihtiyaçlarına uygun şekilde hareket etmek şarttır (Çetin 1999: 538-42). Paşa, böylece aktif gelenekselci tutumu açıkça ifade eder.
estambul sundu..